Gerilerden bir yerden bir martı çığlığı kopuyor. Üç beş deli martı yağmura aldırmadan buluta dalıyor. Biraz ilerimde, tam bulutun denize düştüğü yerde, tam da martıların uçtuğu yerde yunuslar görüyorum... Aynı yerde mi dalıp çıkıyorlar, aheste aheste yol mu alıyorlar, anlamaya çalışıyorum. Belli ki yunusların kahvaltı zamanı. Çayımı yudumluyorum. Martılar geri dönüyor. Bulutların arasından ilk vapur gözüküyor. Martılar sıcak simit kokusuna uçuyor...
Bir yunuslar heyecanlandırır beni, bir uçan balıklar, bir de balinalar (!)
Hoparlörden kaptanın sesi geliyor; büfemizde içecekler "free", elmalar adam başı bir tane, yiyecekler pakette, denize bir şey atmayın, durmamı isterseniz bağırın, sorunuz varsa sorun vesaire... Malum denizde "en yüksek rütbeli amir" kaptan oluyor, tartışmasız itaat zamanı! Kaptan devam ediyor; Balinalar için herkes dikkat kesilsin. Etrafta bir balina olduğunu anlamanın en kolay yolu ya havaya yükselen su huzmesini görmek, ya da bu sırada çıkan sesi duymak. Sırtını veya kuyruğunu da görebilirsiniz. şansınız varsa balina havaya fırlar, o zaman zaten görürsünüz.
Alaska yolculuğundan dönüşümüzün üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Büyükada'da yeni kiraladığımız, Jale'nin tanımıyla "gecekondu palas"ın geniş balkonuna açılan, dolayısıyla "leb-i derya" penceremin önünde Alaska'yı yazıyorum. Dışarıda yağmur yağıyor, karşıdan yunuslar geçiyor... Yer ve gök gri rengin serinliğinde... Başlamak için tam zamanı olduğunu hissediyorum. Yaşlandıkça insan önce en son öğrendiklerini unuturmuş (demans durumları). Onun için ben de anlatmaya en son günden başlıyorum. Ne olur ne olmaz, hikayenin tamamını bitirinceye kadar bu son günü unutabilirim. Örneğin Alaska'daki son günden sonraki 30 saatlik uçak yolculuğunu unuttum bile!
KENAI FİYORTLARI, "VAHŞİ YAŞAM TURU"
20 Nisan 2012. Alaska'dan ayrılmadan bir gün önce. Anchorage'tan saat sekizde ayrıldık. Minibüste 3 biz, 8 kişiyiz. Tekneye bineceğimiz yer güney kıyılarındaki Seward şehri. Yol gayet düzgün ve 160 km. kadar. Saat onikide "vahşi yaşam turu" başlayacak. Şöförümüz aynı zamanda rehberimiz, 70 yaşlarında ve hiçbir şey için acelesi yok. Dağ keçisi görüyor duruyor, güzel manzara diyor duruyor, "moose" var diyor, duruyor. Bu sonuncu geyik de boynuzsuz cinsinden. Rehberin dediği doğruysa bunların boynuzları her sene çiftleşme döneminden sonra dökülüp, baharda yeniden çıkıyormuş. Demek ki boynuzlu bir geyik göremeden döneceğiz. Tam zamanında Seward'dayız.
Seward Kenai yarımadasının fyortlarından birisinin kuytusunda kurulmuş küçük ve güzel bir sahil kenti. Adını Alaska'yı 1867 yılnda Ruslardan satın alan politikacıdan almış. Tüm nüfusu bizimle birlikte 3020 kişi. Yaklaşık Heybeliada kadar! Kent merkezi yat limanıyla iç içe. Limana bağlı yat sayısı burada yaşayan aile sayısından fazla gibi! Kentin geri kalanı kıyı boyunca yayılıyor. Kutu kutu tahta evler, deniz üzerinde kalın kalaslar üzerindeki iş yerleri, kafeler oldukça şirin gözüküyor, fakat hepsi bu kadar. Gayet dar bir kıyı şeridinin hemen arkasında dağlar yükseliyor. Bu dağlarda 1908'den beri her yıl, 4 temmuz günü geleneksel "Dağ maratonu" yarışları yapılıyormuş. Gelenek dediğim, iki sarhoşun arasındaki "koşarsın-koşamazsın" iddiası! Bunlar diyelim ki sarhoştular, bir delilik yaptılar, iyi, güzel de, sonrakileri kim gaza getirmiş, belli değil. Koşu mesafesi 5 km ve büyük ödül sadece kan, ter ve çamur!!!
Dağların sedir, karaçam, ladin ve kayın ağaçları ve de kar ve buzullarla kaplı olduğunu ve de ne kadar muhteşem gözüktüklerini söylemeye gerek yok sanırım. Yazının tamamında dağ adı geçtikçe cümlenin gerisini bu şekilde tamamlayın lütfen. ben bir ara, tek düze ağaç ve karlı yamaç görmekten sıkılır gibi oldum (kibarca!). Siz de okumaktan sıkılabilirsiniz.
Limandan ayrılışımızdan 5-10 dakika sonra vahşi yaşamın tam ortasına düştük. Kıyılar sertleşti, Yamaçlar dikleşti. Doğanın coşkusuna kapılmış, olmadık yerlerden yükselen ağaçlara bakarken kaptanın sesini duyduk; bazen ayılar bu yamaçlardan aşağıya inerler! Vay ayılar vay! Burada ne işleri var? Biz ayı değil ama bu yamaçlara en yakışanı gördük; kel kartal! Sonra hava birden serinledi, yani daha serinledi. Eteğine Alaska markası işlenmiş bir soğuk hava dalgası kalın montlarımızın düğme iliklerinden içeri sızdı. Bu da bir buzul hizasından geçtiğimizin belirtisiymiş. Bizimkinin adı; Ayı buzulu... Erimeden gördüğümüz iyi oldu.
Alaska körfezinde dört saat kadar dolaştık. Kah hızlandık kah yavaşladık, durduk. Gözümüzü kırpmadan balina aradık. Sırtıydı, üfürüğüydü, kuyruğuydu diye çığlıklar attık. Önce bir tane gördük diye sevinirken, üç beş yedi oldu. Şansımıza nisan ayından mayıs ortalarına kadar balina sürüleri Meksika tarafından gelip kuzeye, daha soğuk denizlere göç ediyormuş. Grisi, kamburu derken epeyce balina kovaladık. Kayaların üzerinde tembel tembel yatan onlarca ayıbalığı, deniz aslanı ve en ulaşılmaz kuytularda binlerce deniz kuşu gördük. Fakat hepsi bir yana, "Sea Otter" denen hayvan bir yana! Sözlükte karşılığı "deniz samuru" olan bu yaratığın komiklikte karşılığı yok. Bir ara etrafını otlakçı deniz kuşlarının sardığı bir "otter" gördük. Görür görmez de kaybettik. Hayvan denize daldı, epeyce kaldı, bir süre sonra yüzeye çıktı. Sırtüstü yattı. Karnında beyaz bir şey vardı. Kaptan; sünger çıkartmış, dedi. Genellikle ahtapot yermiş. Karnına koyduğu nesneyi, taze bir ekmek gibi lokma lokma yedi. Bazen de istiridye filan çıkarır, diğer elindeki taşla vura vura açar, sonra yermiş! Dedim ya, manyak bir hayvan!
Gezinin sonunda iskeleye bir kaç yüz metre kala, yanımızdan bir "liman foku" geçip bize el salladı. Demek ki onlar da bizden hoşnut kalmış!
Anchorage 300 küsur bin nüfusuyla Alaska'nın en büyük kenti. Zaten doğru dürüst 3 kenti var. En yolsuz başkent Juneau, en kuzey kent Fairbanks ve en "Amerikan" Anchorage! "Yolsuz" dediğim, bizim alıştığımız anlamıyla yolsuzluk değil, kara yoluyla ulaşılamayan, "en amerikan" dediğim de çinlinin japonun ve de meksikalının (henüz) ulaşamadığı demek. Üstelik Anchorage bu ödülü üst üste beş sefer kazanmış. Hava durumlarına bakılırsa daha uzun süre rakipsiz kalacaklar demektir.
Here we go Aces, here we go!!!
Bu insanlarla hemen kaynaşmak mümkün. Sadece "Ace" taraftarı olarak değil. Çoğu bir şekilde Türkiye'den ve de özellikle Adana, daha doğrusu İncirlik'ten geçmiş. Sadece turistik değil, uzun süre kalan çok insanla karşılaştık. Bir de burada çalışan Türkler var.
Anchorage hava meydanında otele gitmek üzere kiraladığımız taksinin sahibi de bir Türkmüş. Dakika bir, gol bir! Taksiye bindik, aramızda Türkçe konuşurken şoför kızdan bir tepki; saçma! Evet, aynen Türkçe olarak, saçma! sonra diğer bildiği kelimeler sökün etti; iğrenç, pislik vs... Anladık ki bu taksinin sahibi bir Türk ve Türkçe eğitiminde gayet başarılı! Kasetteki MFÖ parçalarını ve nakaratlara eşlik eden şoförümüzü dinleyerek otelimize geldik. Bu samimiyet bize 3 dolarlık bir iskonto sağladı. Aynı akşam Rumrunners barda yemek yiyip bira içerken, yanımızdaki masada tek başına oturan bir kadın, giderayak selam verdi ve "İnşallah, you like Alaska" dedi!!! Bitmedi. Başka bir gün, başka bir taksiyle otele dönüyoruz, şoför lafa karışıp sordu: "Anne nerede?" O da arnavutmuş. Çanakkale'de akrabaları varmış. Tavsiyem Alaska'ya yolunuz düşerse aranızda alçak sesle konuşun, şoförlere ve yan masadakilere söylenmeyin!
ALASKA RAILROAD (ARR) WINTER VACATIONS - AURORA PACKAGE
Three night arctic circle adventure 885 USD
Bizim "Alaska" gezisinin temelini bu tur paketi oluşturuyor. Telefon ve e-posta maceralarını "Alaska'ya doğru" kısmında kısaca yazmıştım. Kısaca! Belirsizlikler Alaska'da da devam etti. Bu kadar kısa ve başı sonu belli bir gezi programının her safhasını "şimdi bizi karşılayacaklar mı? uçağı nasıl bulacağız? bizi alacaklar mı? Chena'ya nasıl gideceğiz?" endişeleriyle yaşadık. En azından ben yaşadım. Sonunda atalarımın tavsiyesine uyup, "olacağına varır" dedim ve her şeyi kendi akışına bıraktım. Baktım ki o kadar da endişelenecek bir şey yokmuş, su çatlağını buluyormuş!
Hoparlörden makinistin sesi geldi; etrafta ilginizi çeken bir şey görürseniz bağırın, ben dururum!Durdu da! geyik dedik durdu, nehir dedik durdu, köprü dedik durdu... En önde kendisi bir şey görürse bizi uyardı; sağda ağacın üstünde bir kartal yuvası, solda uçan bir kel kartal, sağda ileride koşan geyik, duran geyik filan... Her seferinde yavaşladı, fotoğraf çektik, hızlandı. Yolda durağımsı yerlerden bir kaç insan daha bindi. Sonra solumuzda muhteşem McKinley Dağı gözüktü. Kuzeyin en yükseği (6196 m), hem en yükseği, hem en uzunu. Bu kavramları daha önce Jale'yle bir yerlerde okuyup bir yaşımıza daha girmiştik. İlgilenen bir bilene sorabilir. Dağ bu kadar haşmetli olunca, Alaska'nın yeni işgalcileri dağa hangi haşmetli başkanın adını verelim diye düşünüp taşınmış ve muhtemelen, zamane başkanının adını koyarlarsa kendilerine de bir faidesi olur diye gayet akıllıca bir karar vermişler. Athabascan yerlileri ise bu işe akıl erdiremeyip "Denali" demeye devam etmişler. Bir şey yüksek bi şeyse, ona "yüksek bi şey" denir, başka isme ne gerek var deyip burun kıvırmışlar. Bu yerlilere bayılıyorum. isim bulmakta hiç zorluk çekmiyorlar. Anchorage müzesini gezerken bir köşede, bir oylama kutusu görmüştük. Dağa Denali mi diyelim, yoksa McKinley mi diyelim diye anket yapıyorlarmış. Bizim ekipten 3 Denali oyu çıktı.
Dağın eteklerinde harika bir göl var. Madem ki harika, adına "harika, Wonder Lake" diyelim. Gördüğünüz gibi gayet kolay!
Son saatler ileride yapmam muhtemel olan Sibirya treni gezisini yeniden düşünmeme sebep oldu. Sibirya'daki tren yolculuğu da aşağı yukarı buna benzeyecekti. Bunun en azından 5-6 saat sonra biteceği insanı ferahlatıyor. Sibirya treni ise 15 günlük bir gezi! 6-7 şehir ve aralarda Sibirya ormanları, tundralar, kayın ağaçları, ladinler, çamlar, kar, buz, karlı tepeler, donmuş göller, Sibirya mı Alaska mı? derken aynı şeylerin 15 gün boyunca penceremin önünden geçtiğini düşledim. Yarı uyku, yarı uyanıklık arasında Sibirya'ya gittim, geldim, ve gitmemeye karar verdim. Bunun 15 gün sürenine kesin katlanamam. Ancak kısa bir versiyonunu bulursam veya ayarlarsam belki!
Son dört saat de bir şekilde geçti ve Fairbanks'e geldik. Ha bir de yanardağ eskisi gördük...
FAIRBANKS ve KUTUP DAİRESİ UÇUŞU
Otelin servis aracına bindik ve "Pike's Waterfront Lodge" nam otelimize geldik. Resepsiyonda bizi bekleyen bir not vardı. Tren şirketini aramamız isteniyormuş. Aradık. Kutup dairesi uçuşumuz iptal edilmiş. Parası geri ödenecekmiş. Sebep? Bizden başka yolcu yokmuş. Üç kişi için uçak kalkmazmış. Olur mu? Olurmuş. Yani olmazmış... Bu trencilerle daha önce hiç bir sorunu çözememiştik. Bunu da çözmemiz mümkün değildi. Okey, tamam, sağol filan deyip telefonu kapadık. Bu, vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyordu. B planını devreye soktuk. Uçak şirketini arayıp sorduk;
- En az kaç kişi lazım? Cevap; dört.
- Tamamdır, dördünün parasını veriyoruz ve yarın sabah uçuyoruz.
Daha önce bir kere "yat" kapatmıştım ama, "uçak kapatma"nın zevki başkaymış!
Hava meydanı otele 10 dakika mesafedeydi. Sabah erkenden yola çıkıp, benim uçağa gittik.
Uçak küçük olduğundan yanımıza fazla şey almamamızı söylemişlerdi. Çantalar tartıldı, kayıtlar yapıldı, fazla çişler boşaltıldı ve uçağa binildi. Katty kulağımıza şirketin en büyük sırrını fısıldadı; şu rehber kılıklı adam şirketin sahibi olur, ama kimsenin bilmesini istemez!
Pilot (Simon) pencereden içeri girdi. Kulaklıklarımızı taktık. Pervaneler dönmeye başladı. Bu arada hiç kimse can yeleklerini nasıl üfleyeceğimizi, düşersek başımızı nereye sokacağımızı filan anlatmadı (dönüşte bunu şikayet etmeyi düşünüyorum). Uçak suyun üstünde hız kazanmaya çalışan bir Alaska kazı gibi koşmaya başladı. Kanatlarımızdaki su zerreleri havaya karıştı ve yavaş yavaş yükseldik. Çok değil, nehirde yüzen buzları görecek kadar alçak, bulutlara değmeyecek kadar yüksek! Anladım ki böyle küçük bir uçakla uçmak başka bir zevkmiş. Ne gördüğün, nerede uçtuğun hiç önemli değil. Güzel olan uçmanın kendisiymiş. Bizim köpek de aynı şekilde düşünüyor olsa ki, tüm yol boyunca gıkı çıkmadan etrafı seyretti. Üstelik pervanelerin olduğu gibi içeri sızan gürültüsüne rağmen!Dönüşte Katty bizi aynı keyifle karşılayıp otelimize bıraktı. Fairbanks'i ona sorduk. Gereksiz der gibi bir edayla "gidin, gidin" dedi, "iki bina, bir de park var". Mesajı aldık, fakat taa nerelerden gelmişiz, buraya kadar gelip görmeden dönersek ayıp olur dedik. Hani bir soran olursa!
FAIRBANKS ve CHENA
Alaskalılar kendilerini tanımlarken, daha doğrusu Amerikadan bahsederken "aşağı 49" diyorlar. Alaska da yukarıdaki oluyor (ellinci eyalet). Eyalet bayrağında büyük ayı takım yıldızı ve cezvenin üstünde kutup yıldızı var. Diğer bir deyişle; Alaska'nın büyük boz ayısı ve kuzeyin yıldızı! Bu bayrağı ilk defa Fairbanks'teki arabaların plakalarında farkettim. Fairbanks Alaska'nın ortalarında, 32000 civarında nüfusu olan küçük bir şehir. Burası da diğer her yer gibi, 1900'lü yılların başında kurulmuş. O zaman da küçük olduğu için ancak bir başkan yardımcısının adını alabilmiş :)) Pek fazla bir özelliği yok. Üniversitesi ve özellikle jeofizik enstitüsü kendisinden ünlü. Benim de Fairbanks ile ilk tanışmam bu enstitünün doğa olayları ile ilgili sayfaları dolayısıyla oldu. Şehir o kadar sessiz ve hareketsiz ki buzların çözülmesi bile işe yaramayacak gibi. Chena nehri kıyısındaki Griffin park, kenarındaki bir-iki kafe-bar şehrin biraz daha hareketli yerleri. Bir de şehrin bir köşesinde, merkeze 4-5 km mesafede "Pioneer Park" var. Fakat nisan ayında orası da kapalıymış. Servis arabasının şöförü açık bir kapı bulup içeriye girmese görmeden dönecektik. Kuruluş dönemindeki ilk evleri, barları, hatta ilk genelevlerini orijinal halleriyle buraya taşıyıp sergilemişler. Bizim şoför bu parktaki eski kilisede evlenmiş. Çarklı bir gemi de (paddle wheel steamer) bir köşede buzların çözülmesini bekliyor. Gemi, buzlar eridiğinde nehirde çalışmaya devam ediyormuş. Tabii ki sadece turistik.CHENA HOT SPRINGS RESORT
Geziyi planlarken en fazla zamanı buraya ayırmıştım. Uçak uçmasa da, aurora görmesek de kaplıca keyfime kimse engel olamaz diye düşünüyordum. Sonuçta yüz yıllık bir kaplıca ve hiç kapanmamış. Iska geçme ihtimali yok.
Chena otelinin servisi ile yola çıkıp Fairbanks'ten ayrıldık. Gideceğimiz yer 96 km kuzeydoğuda, yolun sonunda. Evet, ana yol gidiyor gidiyor ve kaplıcanın önünde bitiyor. Ondan sonrası Kaplıca alanı ve el değmemiş doğa...
KAPLICA
AURORA
Eveeet, sırada esas çocuk var.
İkinci gün buz müzesini birlikte gezdiğimiz rehber abla bizimle çok ilgilendi. Türkiye'den gelmiş olmamız bile başlı başına bir ilgi konusu oldu. Zaten bunu tüm Alaska gezimizde yaşadık. Bu abla bizi gezdirdikten sonra üşenmemiş, aurora tahminlerine yeniden bakmış. Akşam saat 10 gibi heyecanla bizi buldu ve müjdeyi verdi; bu gece "moderate" bekleniyor! Enstitü beş-on dakika önce tahminleri revize etmiş...
Geceyi zor ettik. Alarmı bile beklemedik. Araziye çıktık ve gözlerimizi gökyüzüne diktik...
O gece hayatımızın en güzel deneyimlerinden birini yaşadık. Sizlere partiküllerden, plasmadan filan bahsedecek değilim. Gördüğümüz şeyi en güzel tanımlayan, bir yerli kadının söylediği şu sözlerdi;
"Sizin Aurora dediğiniz şey, bizim ölmüş atalarımızın gökyüzünde danseden ruhlarıdır. Eğer görecek olursanız, siz de onlar için dua edin". Dua ettik.
Ben başlangıçta fotoğraf çekmeye çalışıyordum. Bu da uzun hikaye. Sonra bıraktım. Çünkü olay sadece bir tarafta değil, bütün gökyüzünde meydana geliyor. Neredeyse iki saat kadar sürüyor. Bu iki saatin bir saniyesini bile kaçırmak istemezsiniz. Işıklar bir an doğu ufkunda dans ederken, aynı anda batıda birşeyler oluyor, ortadan başka bir ışık huzmesi yükseliyor. Hangi tarafa bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Tam 180 derecelik bir sahnede müthiş etkileyici bir renk ve ışık şöleni varken, fotoğrafla uğraşmak olayın ruhunu kaçırmaya yol açıyor. Uzun süre kalacak olsam ve bu şöleni izlemek için birden fazla şansım olsa o zaman başka. Şimdi iyi bir fotoğraf için ne yapmam gerektiğini biliyorum. Ama bir defa daha bu fırsatı yakalarsam fotoğrafla uğraşmam. Yere yatar, gözlerimi bir saniye bile ayırmadan gökyüzüne bakarım.
http://www.youtube.com/watch?v=ItaO7gnTOvY&feature=watch-vrec
NELER ÖĞRENDİK?
Bir daha "United" havayollarına binilmeyeceğini
Alaska'nın o kadar da soğuk olmadığını
Geceleri "hiç üşümüyorum" derken yavaş yavaş donulduğunu...
Yüksek şeylere, yüksek şey demenin daha doğru olduğunu
Alaska'da Amber birası içildiğini
Amerikada Çinlilerin girmediği bir yer olduğunu...
Tek düze güzelliğin dayanılmaz olduğunu...
Buz müzesinden hatıra olarak bir şey araklanamayacağını..
Altmışbeş derecelik suda, sualtında yüzülmeyeceğini...
Moose hayvanı hakkındaki gerçekleri...
Her köşeye yığılmış boynuzların, geyik katliamı anlamına gelmediğini...
Kuzey Amerika geyiklerine "Moose", erkeğine "boğa", dişisine "inek" dendiğini...
İnekten "dönme" olanlarda boynuz çıktığını...
Boynuzların sadece boynuz olmadığını...
Boynuzların (antler);
- Seks hayatıyla ilgisini...
- Kışın dökülse de, her bahar yeniden çıktığını...
- en hızlı büyüyen organlardan birisi (!) olduğunu...
- Kastre edilen hayvanlarda döküldüğünü, yeniden çıksalar da son derece şekilsiz olacaklarını ve İnuitlerin şeytan boynuzu dedikleri bu tuhaf boynuzları, bir damga gibi, ömür boyu taşıdıklarını...