13 Mart 2014 Perşembe
MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür...
Ece Ayhan
İHBAR EDİYORUM !
İhbar ediyorum! Fakat arada kaynayıp gidiyor.
Yılmadan devam ediyorum:
İHBAR EDİYORUM; Türkiye Minnesota protokolünü imzalamıyor!
"Minnesota Protokolü" bir Birleşmiş Milletler sözleşmesi. Bu sözleşme, yargısız infaz cinayetlerinde gözden bir şey kaçmasın, gerçek suçlular bulunsun, örtbas edilmesin diye hazırlanmış. Demek ki adamlarda böyle bir sorun olmuş ve birileri çıkmış, bu yanlış bir şey demiş. Kafası çalışan, namuslu ve ahlaklı bir grup insan oturmuş, soruşturma nasıl yapılmalı diye kafa yormuş. Ortaya icabında herkesin işine yarayacak bir metin çıkmış. Diğer ülkelerin onurlu ve duyarlı yöneticileri sözleşmeyi imzalamış. Fakat ahlak ve vicdanın karaborsaya düştüğü ülkemizde bu metin, ne hikmetse birilerinin işine gelmemiş!
Sayın Boşbakan'a bu protokolün neden imzalanmadığı sorulduğunda "bizim de bir bildiğimiz var" diyor (muş). Bildiği şey, devlet eliyle işlenen cinayetlerin rahatlıkla örtbas edilmesini sağlıyor.
Minnesota protokolü, "Yasadışı Yargısız Infazlarla İlgili BM Otopsi Protokolü" oluyor. ABD'nin Minnesota eyaletinde kaçak göçmen işçilere yönelik ölümle sonuçlanan yargısız infazlar nedeniyle 1990 yılında hazırlanmış ve uluslararası bir belge haline gelmiş. Etkin soruşturma için delillerin sağlıklı toplanmasını öngörüyor (muş). Kapsadığı suçlar enteresan! Nedense çok aşina olduğumuz, neredeyse (maalesef) kanıksamak üzere olduğumuz şeyler. Başka bir deyişle, sayın Boşbakan'ın (gene maalesef) "bir bildiği" olan konular!
Bir, kolluk kuvvetlerinin aşırı ve orantısız güç kullanımından kaynaklanan ölümler.
İki, cezaevi ve gözaltında yapılan işkence ve kötü muameleden dolayı meydana gelen ölümler.
Üç, Usulüne uygun yapılmayan yargılama sonucu gerçekleşen infazlar... Dört, beş, altı, bu şekilde devam ediyor.
KAHROLUYORUM
Kahır doluyorum. Çünkü imzalasalar da bir şey değişmeyeceğini biliyorum. Kyoto protokolünü hatırlayın. İlk imzalayan ülkelerden biriydik. Hangi çevre sorununda protokole uyduk?
Aslında herhangi bir protokole de gerek yok. Ödevini yapmayıp bahaneler uyduran tembel öğrencilere benziyoruz. Çocuk zeki, ama çalışmıyor! Hep aynı dersten çakıyor. Dersin adı; İnsan hakları! Konusu adalet, hak ve hukuk. Bizim çocuğa yabancı dil gibi bir şey. İlle de yabancı hoca gerekiyor. Yabancı hocalar Mahmut Hoca’dan beter!
Bizi yabancı hocalara
muhtaç edenlere kızıyorum. Dar görüşlü, miyop iktidarlara kızıyorum. Ne
bahtsız bir ülkeyiz! Ne günah işledik ki bunlara tahammül etmek zorunda
kalıyoruz. Neden bir hareket, bir kıpırtı, umut verecek bir ışık yok? Bütün
millet, aklıselim sahibi insanlar, çoluk çocuk toplanmış "Sesim geliyor
mu?" diye bağırıyor, karşıdan hiç bir cevap gelmiyor!
9 Mart 2014 Pazar
VENEDİK

- Venedik Karnavalı
Konuya "bana ne?", "koyun can derdinde" veya "na'apim, bu zamanda karnaval mı olur?" gibi yaklaşıyorsanız bu yazının gerisini okumanıza gerek yok. Ben ve Jale bu Şubat ayında bir gün uçağa atladık, Venedik'e gittik, gezip dolaştık ve döndük. Maruzatım budur efendim.
Lakin "iyi fikir" diyerek oturduğunuz yerde doğruldunuz ve "biz de gidelim" diye bir hevese kapıldıysanız, yazıyı okumaya devam etmelisiniz. Çünkü bu heves her hangi bir tur şirketiyle giderilebilecek bir heves değil.
Ben araştırdığımda İstanbul'dan hareket eden iki adet tur şirketine rastladım. Üşenmeyip sordum. İki tur şirketi de Venedik'in ana karadaki parçası olan Mestre'de konaklıyorlar (Hava limanı da bu kısımda). Bu takdirde zamanınızın çoğu gel-gitle geçecek, şehir merkezindeki canlılıktan uzak kalacaksınız demektir. Ayrıca turları 22 veya 23 Şubat'ta başlatıyor, üç-dört gün sonra dönüyorlar. Halbuki Karnaval 14 Şubat'ta başlayıp 4 Mart'a kadar devam ediyor. Hemen her gün şehrin bir köşesinde bir olay, gösteri, temsil vs var. Ne zaman giderseniz gidin ortalıkta dolaşan maskeli turistlere veya orijinal kıyafetler giyerek seyrana çıkmış yerlilere rastlayabilir, havaya sinmiş karnaval kokusunu teneffüs edebilirsiniz. Eminim ki bundan da mutlu olursunuz. Fakat döndükten sonra okuyup öğreneceğiniz şeyler hayal kırıklığına yol açabilir. Onun için bence, tüm karnavalı izleyemeyecekseniz, önce neyi görmek istediğinize karar verin ve Venedik'e öyle gidin. Şimdi durumu özetleyelim:
Sorun:
- İş-güç, vesaire dolayısıyla seyahate ancak 4, en fazla 5 gün ayırabiliyorsunuz.
Soru:
- Belli bir tarihte gitmek zorundaysanız ne göreceksiniz?
Veya:
- Hangisini görmek isterseniz, ne zaman gitmelisiniz?
Fakat önce karnaval neymiş, bu sorunu çözelim.
Karnaval neymiş?
Karnavalın ne olduğunun şifresi isminde gizli. Karnaval kelimesi bir süreci ifade ediyor. Bu süreç Noel hediyelerinin verildiği ilk günden (Boxing Day), veda gününe (farewell) kadar devam ediyor. Kelimenin etimolojisi süreci kestirmeden anlatıyor. Latince "Carnem" et, "vale" ise veda demek. Böylece, cümleten bir yaşımıza daha girmiş oluyoruz! Özetle karnaval deyince, süreçte önce etle ilgili bir durum olduğunu, sonra bir şeye veda edileceğini anlamak gerekiyor (muş).
Buraya kadar güzel geldik. Şimdi tarih kaymalarındaki sırrı aydınlatalım.
Karnavalın kısa tarihi
Bütün tarihler Paskalya Bayramı'na göre ayarlanmış. Paskalya (teorik olarak), İsa'nın çarmıha gerilişinden 3 gün sonraki yeniden diriliş günü oluyor (Kıyam Yortusu). Teorik olarak diyorum, çünkü aslını bilmek mümkün değil. Aslını bilmeyince de (bildiğiniz gibi), din adamları devreye girer ve ortalama bir gün saptar. Bunlar liturjik hesaplardır ve kerametleri kendilerinden menkuldür. Bu tip günler bazen, bazı ülkelerde ulusal bayramlarla çakışır veya çakıştırılır, ama ne gam? Hesapların amacı zaten inançları ve hurafeleri milletin hipokampusuna iyice çakmaktır!
Paskalya günü ilkbahar gün dönümünü izleyen ilk dolunaya göre hesaplanıyor. Eskiden tam dolunay zamanı kutlanırken, kilise bakmış ki katılım sorunu oluyor, gününü pazara kaydırarak sorunu tatlıya, bayramı da pazara bağlamış. Bu sene Paskalya 20 Nisan'da kutlanacak. Bütün diğer tarihler de buna göre ayarlanmış.
Şimdi geriye doğru sayalım. Paskalya öncesi 40 gün kadar "Quresima, Büyük Perhiz" var. Bir çarşamba günü (Ash Wednesday) başlıyor. Rivayet o ki İsa Peygamber çölde 40 gün 40 gece oruç tutmuş ve şeytana direnmiş. Biz İsrail gezimiz sırasında, bu olayla ilgili olduğu söylenen yere gitmiş ve oradaki "Temptation" manastırını görmüştük. Eriha şehrinin yakınında, bizim Sümela Manastırı gibi, sarp bir tepenin yamacındaydı. Hristiyanlar Paskalya'ya kadar kırk gün hayvansal gıda yemeyerek İsa'nın şeytanla mücadelesini kutsuyorlar.
Geriye saymaya devam ediyoruz. Amacım tarihleri Venedik Karnavalı ile ilişkilendirmek. Çarşambanın gelişi salıdan belli olduğu için, ki bu salı çok önemli, oruç başlamadan önceki son güne "Tövbe salısı, Shrove Tuesday" deniyor. Paskalya tarihi her sene değiştiği için, Tövbe Salısı da 2 Şubat ile 9 Mart arasındaki her hangi bir salı olabiliyor. Örneğin bu sene 4 mart gününe rastladı. Önümüzdeki sene 17 şubat olacak. İşte bu "Tövbe Salısı" karnavalın son günü oluyor. İkisini birbirine bağlayınca; önce maskeyi tak, keyfine göre takıl, sonra tövbe et, geçsin gibi bir anlam çıkıyor. Bu tövbe ve günah çıkarma ritüellerine bayılıyorum.
Bu arada İngiltere'de "Pancake, krep günü", New Orleans'ın ünlü "Mardi Gras, Yağlı Salı" karnavalı, Almanya ve çevresindeki "Faschingsdienstag, Karnaval Salısı" ve "Fastnacht" diye anılan şenliklerin aynı gün gerçekleşen kutlamalar olduğunu söylemek isterim. Kısacası oruçtan önce depoları fulleyelim şenlikleri...
Karnavalın sebeb-i hikmeti böyle. Gelelim maskenin hikmetine.
Maskenin hikmeti
Ortalıktaki maskelerin bir kısmının burun kısmı iyice uzun yapılmış. Önceleri biraz yadırgadım ve de pek sevmedim. Fakat sonradan öğrendiklerim, ona özel bir paragraf ayırmama neden oldu. Bu maske konusu "Cehennem" isimli romanda da geçiyor. Aynen şöyle; "Uzun gagalı maskeyi, hastalık bulaşan kişileri tedavi ederken vebayı burun deliklerinden uzak tutmak için orta çağ hekimleri takardı... İtalya tarihindeki amansız bir dönemi hatırlatan ürkütücü bir anı..." Orta çağda veba hastalığına "Kara Ölüm", uzun gagalı maskelere de "veba maskesi" denirmiş. Özetle, uzun gagalı maskeler "Kara Ölüm" ile neredeyse eş anlamlı oluyor. Şifrelerin efendisi Don Brown'ın yalancısıyım...
Uçakta bunları okudum. Yanımda Alfa yayınlarının "Venedik" gezi rehberi, Thomas Mann'ın "Venedik'te Ölüm" romanı ve tablet bilgisayarım var.
Hangi tarihte ne var?
Karnavalın son gününü öğrenmiştik. Başlangıcını karnaval komitesi tayin ediyor. Bu sene 14 Şubat'taki sevgililer gününde başladı. En popüler günler şöyle sıralanıyor:
15 Şubat; Venedik kanal festival açılışı
16 Şubat; Su korteji, büyük kanal
23 Şubat; Meleğin uçuşu (Volo dell’Angelo)
01 Mart; Marghera bölgesinde yürüyüş, Marghera da Carri defilesi
02 Mart; Kartal "Aquila" ve Eşşeğin "Asino" Mestre'ye uçuşu
03 Mart; Karnaval kültür gecesi
04 Mart; Aslan'ın uçuşu, sessizlikte kürek çekmek ve büyük ateş
Biz bu listeye şöyle bir baktık, resim sergisi kokteyline gider dibi, açılış günü gitmeye karar verdik.
Muhteşem Doğa (La Natura Fantastica)
Son yıllarda insanlar doğa ve çevre konusunda daha duyarlı. Venedikliler de zararın bir ucundan dönmeye çalışıyorlar. Bu, onlar için bir yaşam savaşı sayılır. Şimdiye kadar şehir için yapılan bir sürü şey, hesapsız kitapsız yapıldığı için, aslında şehrin aleyhine olmuş. Fakat zararların ortaya çıkması yıllar aldığından pek kimsenin umurunda olmamış. Kızım sana söylüyorum!!!!
Yangında ilk kurtarılacak...
Venedik'in felaketi su baskınından olacak. Belki ileride, tarihe ikinci Atlantis vak'ası olarak geçebilir. İnsanlar da bu güzel şehrin üç boyutlu hologramlarını gezerek avunurlar. Bizim erken geldiğimiz iyi olmuş.
Albergo San Samuele
Şimdiye kadar konakladığım en enteresan oteldi. Ev-otel arası bir şey. Belli ki eskiden evmiş. Belki 150, belki 170 sene önce...
Otel yönetiminin ilgisi, gönderdikleri plan ve krokiler hoşuma gitti. Otele kadar sorunsuz geldik. Kapıda ufak bir sorunumuz oldu. İçeri gireceğiz, kapı duvar!
Venedik sokakları

Sokak bahsine "susuz" diye girizgah açmak biraz yanlış oldu. Artık bu paragrafı kuru tutmak mümkün değil. Venedik sokaklarını da öyle...
Yüksek su (Acqua alta)
Gondollara dair imalat özellikleri vs internetten rahatlıkla bulunabilir. Ben de oradan okudum. Rastladığım birkaç ayrıntı özellikle dikkatimi çekti. Gondolların tüm romantizmini öldüreceğini bile bile bunları paylaşmak istiyorum. Zaten gerçek romantiklere top atsan fark etmez! Forkolanın düzenine kafayı takıp ânı ıskalamaz! Bereket versin gondola binenlerin çoğu vazife gibi, "bucket" listelerine bir çentik atmak için biniyor. Bu kısım onlara bir hizmetim olsun. En azından neye bindiklerini bilsinler...
Bahsedeceğim ikinci şey gondolların burun kısmı, denizci diliyle pruvası. Tüm gondolların burun kısmında "demir, ferro" denen, ama aslında demir olmayan, yumuşak kavisli bir süs var. Pirinç, çelik veya alüminyum olabiliyor (muş). Fiziki olarak arkadaki gondolcunun ağırlığını dengeliyor. Aynı zamanda gondolun sola yatmasını önlüyor. İşte bu demirde tarak dişi gibi 6 çıkıntı var. Burada Maurizio lafa giriyor, laf dediğim "Cehennem"de geçiyor:
"Gondolun üzerindeki tek metal budur. Ferro di prua denir: Pruva demiri. Venedik'in bir resmidir. Ferro'nun kıvrımlı şekli Büyük Kanal'ı, altı dişi Venedik'teki altı sestieri'yi veya bölgeyi, uzun bıçağıysa Venedik dükasının miğferini temsil ediyordu."
Thomas Mann renklerini ve diğer özelliklerine bakıp gondolları tabuta benzetmiş. Bu benzetme bazılarına itici gelebilir, ama romantikleri etkilemez. Gerçek romantikleri kast ediyorum. Gondol romantizminden tabuta ve dolayısıyla ölüm konusuna geçmek biraz sarsıcı olabilir. Ama Lido'dan bahsedeceksek bundan uygun zaman olmaz.
Lido Adası

Lido adası, Veneto lagününü Adriyatik denizinden ayıran 11 km uzunluğunda doğal bir kum seti. Vapurun yanaştığı yerdeki genişliği sadece 700 metre. Buradan adayı boylu boyunca kateden otobüsler kalkıyor. Fakat hemen binmeyin. İskeleye dik gelen geniş caddede (SME) 10 dakika yürüyün. Bu cadde adayı ortadan ikiye bölüyor. Ufak bir meydana ve bunu dikine kesen "Lungomare d. Marconi" caddesine geleceksiniz. Bu caddenin deniz tarafı tamamen plajlardan oluşuyor. Siz sağa dönün. Otuz metre ileride, asma kilitle kapatılmış bir demir kapı, kapının gerisinde kendi haline terk edilmiş bir bahçe ve altı katlı bir otel göreceksiniz. Grand Hotel des Bains! Henüz yıkılmadıysa göreceksiniz. Ben gördüğüm için mutluyum. Çünkü Lido'ya, kapalı olduğunu bile bile, sırf bu oteli görmek için gittim. Zincirli kapının açıldığı (açılamadığı) yolun karşı kaldırımındaki bir banka oturdum, otelin boş bahçesini ve solgun duvarlarını seyrettim. Aschenbach'ın plaj çantasıyla otelden çıkıp yanımdan geçerek, tam arkamdaki plaja doğru yürüdüğünü hayal ettim.
Thomas Mann 1912'de yazdığı "Venedik'te Ölüm" kitabının baş karakterini öldürmek için bu oteli seçmiş. Fakat aynı adı taşıyan Visconti filminde gözüken otel burası değil. Onu görmek için Kahire'ye gitmek lazım. Otel bütün şöhretine rağmen 2007'de kapanmış ve bir daha açılmamış.
MURANO & BURANO
Onlarcası arasında bu ikisinin yeri ayrı. Hangi mevsim olursa olsun gidip görmek lazım. Birincisini cam için, ikincisini renk için. Yola erken çıkın ve önce Murano'ya gidin. Zaten vapurlar da önce ona yanaşıyor. Adaya yaklaşırken ilk dikkati çeken şey her tarafta büyük harflerle yazılmış "CAM" yazısı. Kem, kam gibi değil, aynen bizdeki cam! Çünkü burası bir cam adası. Konu cam olunca, gözlük camını da unutmamak lazım.
Cam atölyeleri önceleri Venedik'teymiş. 1291 yangınından sonra hepsi şehir dışına, bu adaya taşınmış. Fakat hikaye burada başlamıyor. Geçmişin izlerini kazıyınca Venedik ve Bizans'ın yollarının çoğu zaman kesiştiğini görüyoruz. Venedik'i cam işçiliğinde ünlendirenler, 1204 yılındaki dördüncü haçlı seferi dönüşünde Bizans'tan gelen (veya getirilen) ustalar olmuş. Bir grup sanatçı da 1453'te Konstantinopolis'ten kaçarak buraya gelmiş. İlk gözlük camının da on üçüncü yüzyılda Venedik'te yapıldığına dair bir rivayet var. Normaldir.
Venedik'te her dükkanda Murano ustalarının eserlerini bulmak mümkün. Fiyatları yüksek bulup, adadan daha ucuza almayı hayal ederseniz yanılırsınız. Dükkanlar ayaklarına kadar gelen müşterinin ufak bir şey de olsa, cüzdanlarını çıkartmadan geri dönmeyeceklerini biliyorlar. Onun için nerede bir şey beğenirseniz, daha ucuz satan bir yer aramadan, gördüğünüz ilk yerden alabilirsiniz.
Burano Adası erkekleri balıkçılıkta, kadınları dantel işinde usta. Kadınların ustalığı balık ağı örerken pekişmiş. İğneyle ağ örmekteki maharetleri dantelde sanata dönüşmüş. Bu işin mektebini bile açmışlar. Adaya yaklaşırken kıyı boyunca sıralanmış tek tük basit, iki katlı, rengarenk boyalı evler daha karaya çıkmadan gönlünüzü çeliyor. İskeleden sonrası ise tablo gibi. İlk önünüze çıkan dükkanlar, meydanın sağında solunda dizili dantelciler ise tablonun kenar süsleri gibi. El işi meraklıları için bunun aksi de doğru olabilir. Yani, rengarenk çerçevelenmiş, harikulade dantel işleri gibi...
Buraya kadar sabrettiğimiz iyi olmuş. Kanal kıyısında bir lokanta bulup pizza ısmarladık. Ferrovia'daki "Caffe Pedrocchi"de yediğimiz pizzayı pek sevmemiştik. Yedikleri pizzanın parasını ödemeden kaçan Japonlar haklıymış! Fakat buradaki muhteşemdi. Tam istediğimiz gibi... Lokantanın adı; Principe Burano! Pizzacılara duyurulur.
BİR KAMU DUYURUSU
Buraya kadar her şey güllük gülistanlık. İstanbul'a döndükten sonra adalardaki her şeyin göründüğü gibi olmadığı hakkında bir yazı okudum. Bu kadar sulu bir yerde, saman altından su yürüttüklerini okumak beni pek şaşırtmadı. Kısaca anlatmadan geçemeyeceğim.
Adamlar renkli kristal yapımındaki başarılarını sahte değerli cam üretimine tahvil edip yollarını bulmuşlar. Sonra bir kararname ile bu iş yasaklanmış. Taş meraklılarına duyurulur. Bir de ucuzcular için haberim var.
Son yıllarda Asya ve doğu Avrupa kaynaklı Murano tarzı yemek takımları ve aksesuarlar türemiş. Bunlar ucuza satılınca cam endüstrisi bayağı sallanmış. Çinliler Murano'ya gelmişken Burano'ya da el atmışlar. Adada satılan dantellerin önemli bir kısmı ithal veya makine işiymiş. Bunda gençlerin el işiyle uğraşmak istememelerinin de rolü var. Bu haberlerden sonra ucuz bir şey buldum diye sevinmezsiniz herhalde.
BİR DİĞER KAMU DUYURUSU
(Bizim millet "DUYURU" deyince anlamaz diye adına "KAMU SPOTU" diyorlar ya ondan):
Rialto Market, görülmeye değer yerlerden birisi. Dolaşıp, kanal kıyısındaki Naranzaria'da oturur, spritz içer, bir yandan da kucağınızdan asla ayrılmayacak güvercinleri yemlersiniz. Yasak meselesini kontrol ettim; yem atmak yasak! Bu durumda elden beslemek serbest oluyor. Sonuçta, güvercinler bir şekilde yollarını bulmuş ve kedi kıvamına gelmişler. Bizim adalardaki martılardan daha cüretkar ve doyumsuzlar. Masaya servis edilen fıstıkların dar ağızlı şişelere konması bundandır.
İkinci adres peynir, salam gibi şarküteri malzemesi için. "Piazzale Roma" vapur iskelesinden Roma meydanına giderken, yolun kenarında büyük bir market var. San Marco'da 2,5 avro vereceğiniz bir şişe suyu burada elli sente almak mümkün. Parola; çok çeşit, az para! Tabii ki et alıp kebap yapacak haliniz yok. Ama plastik tabak ve çatal alıp tenha bir iskelede yer sofrası kurmanız, kanal manzaralı bir piknik sefası yapmanız mümkün...
Demek istediğim şu ki; Ortalıkta bir tane bile "çöp dökülmez" uyarısı yok, ama suya çöp atan da yok. Bu insanlar neden suya, sokağa bir şey atmıyorlar diye bakınırken, sonunda suda yüzen bir şey gördüm ve rahatladım.
Palazzo Contarini del Bovolo
Anladığım kadarıyla Venedik biraz fazla zaman ayırmak gereken bir şehir. Daha iyisi iki kere gitmek. Çoğu şeyi sonradan öğrenmek biraz sinir bozucu oluyor. Döndükten sonra şehir hakkında yazı yazmanın böyle bir zararı var. Fakat ben iyi tarafından bakıyorum. Bir kere şehrin ruhunu yakalayınca okuduklarını gördüklerinle bütünleştirmek kolay oluyor. Kolay olduğu kadar da zevkli. Ayrıca yazıyı tamamlamak ne kadar uzun sürerse, yolculuk da o kadar uzuyor. Bu da benim için giderek vazgeçilmez bir tutku oluyor.

Bina Orson Welles'in de yatağından geçmiş! Filmin adı; "The Tragedy of Othello: The Moor of Venice". Baş rollerde; Shakespeare, Othello, Desdemona, kız babası Brabantio ve babanın evi, bizim Bovolo! Yıl 1952...
San Marco, Piazza ve Bazilikası, Piazetta
Kısaca "Piazza" deyince Bazilika önündeki geniş meydan anlaşılıyor. Bu özgün bir isim. Başka hiç bir meydana piazza adı verilmemiş. Diğerleri campi veya campielli oluyor. En zengin mağazalar, lüks oteller ve şık kafeler de bu meydana açılan yollarda yer alıyor. . Meydanın tümü “L” şeklinde. L’nin küçük bacağına "Piazzetta" deniyor. Doğrusu “Piazetta dei Leoncini”. Nasıl lemoncini limonla ilgili ise bu da aslanla ilgili. Aslan malum. Bu isim sonradan gene değiştirilmiş, ama bunlar benim üzerime vazife değil. Bütün rehber kitaplarda bol bol teferruat mevcut. Meydanın sağında ne var, solundaki ne işe yarar hepsini yazmışlar. Tekrara gerek yok. Ben sadece ilgimi çekenleri yazacağım.
Sütunlardan birisinin üzerinde şehrin San Marco'dan önceki koruyucusu St. Theodore duruyor. Ayaklarının altında yatan ejderha, timsah da olabilir, bunu temsil ediyor. Heykelin aslı Dükler Sarayının içinde. Diğer sütunda şehrin sembolü olan "Kanatlı Aslan" var. 3 ton ağırlığında bir heykel. Pençelerinin altındaki kitabın üzerinde "Selametle Marcus, İncil yazarım. Burada bedenin dinlenecektir" yazıyor (muş). Doğal olarak kaç metre yukarıdaki bu yazıyı değil okumam, görmem bile imkânsız. Fakat Venedik'te her köşede Aziz Marko'nun aslanını ve elindeki kitabı görmek mümkün. Üzerine kazılı "Pax tibi..." diye başlayan yazının mealini de böylece öğrenmiş oldunuz.


San Marco'nun Atları, Saat kulesi
Atlar sekiz yüz yıl Hipodromu süslemiş. Sonra Haçlılar geliyor. Amaçları eski bir hesabı kesmek. Daha önce anlaştıkları halde Venedik Düka'sına para yardımı yapmayan Bizans İmparatorunu cezalandırmak. Gözleri başka bir Bizanslı tarafından kör edilen Düka'nın kişisel intikamı da cabası. Kısaca "Dördüncü" denen bu yağma sonunda diğer yüzlerce sanat eseri ve mücevherle birlikte atlar da Venedik'e götürülüyor. Yıl 1254. Devasa atlar ancak kafaları kesildikten sonra gemilere sığabilmiş. Şimdi atların boyunlarında koşum takımının bir parçası gibi görülen yakalıklar, kesim yerlerini gizlemek için sonradan yapılmış.
Biz bazilika'yı gezerken dışarıdaki beygirlerin çevresi restorasyon nedeniyle kapatılmıştı. Bu imitasyonlara beygir diyerek, içerdeki orijinal atlardan ayırmak istiyorum. Zaten beygirlerden birisinin toynağına kazınmış "Milano," yazısı da bunu itiraf ediyor, "biz sadece birer Milano'lu beygiriz, gerçek atlar içeride!"
Bazilika ve Tetrark heykeli


Venedik ve İstanbul'un geçmişlerinin bu kadar iç içe olması merakımı uyandırdı. Baksanıza, iki yönlü bir sürü gelen-giden olmuş. Buradan oraya Quadriga atları, Tetrark, altın sunak paravanı, cam ustaları ve bir sürü paha biçilmez kültür varlığı giderken, onlardan bize karantina, getto, lagün, gondol gibi kelimeler gelmiş. Örneğin karantina kelimesi Venedik lehçesindeki kırk gün ifadesinden türetilmiş. Veba salgınının tekrarlamasından korktukları için limana gelen gemileri açıkta 40 gün bekletirlermiş. "Quaranta giorni" 40 gün anlamına geliyor. Dengesiz bir alışveriş gibi gözükse de elimiz boş kalmamış sayılır. Son durum nedir diye "kardeş şehir" listesine baktım. Venedik 1993'te İstanbul'un kardeşi olmuş. Ne mutlu bize!
Tekrar Piazza, Çan kulesi, Meleğin Uçuşu
Şehrin en yüksek binası 99 metre ile "Campanile" adı verilen Çan Kulesi. 1451'de Kutsal Roma İmparatoru III. Frederick kuleye atıyla çıkmış. Şimdiyse at yerine asansörle çıkmak mümkün. Eskiden adaba aykırı, skandal sayılan davranışlar burada cezalandırılırmış. Bir kafese kapatılan suçlular kulenin güney cephesinden yukarı doğru çekilir, en üst noktada bir süre sallandırılırmış. "Kafes İşkencesi" denen bu ceza bugün yürürlükte olsa, eminim ki üstüne para verip kafese girenler çıkacaktır.
Kulenin en tepesinde başmelek Cebrail heykeli, üst katında bir seyir terası ve önünde daima uzun bir kuyruk var. Cebrail'in üç metrelik altın heykeli kanatları sayesinde rüzgar gülü gibi kendi ekseni etrafında dönebiliyor. Meleğin yüzü Bazilikaya dönünce suların yükseleceği anlamına geliyormuş. Venedik halkı böyle söylüyor. Bir başka melek de kubbenin altındaki cephede var; adalet meleği "La Giustizia". Karnavalın ilgi çeken atraksiyonlarından birisi burada gerçekleşiyor; Meleğin Uçuşu, Volo dell'Anzolo! Meleklerden hangisinin kastedildiğini bilmiyorum. Görevlerine bakılırsa ikisi de olabilir. Bizde olsa Cebrail'dir derdim. Adalet meleği olmasını ummak ancak safça bir dilek olabilir.


Ponte dei Sospiri, Ahlar Köprüsü

"Langdon, ahlar köprüsünün ismini tutkulu iç çekişlerden değil de acılı inlemelerden aldığını öğrenince dehşete kapılmıştı".
Yukarıda "Sospiri" diye bahsettiğim, "Rio di Palazzo" kanalı üzerinde, Dükler Sarayı ile "Palazzo delle Prigioni" arasında bulunuyor. Sospiri inilti, Prigioni ise hapishane demek. Her tarafı kapalı, kemer şeklinde hafif eğimli bir köprü. Deniz tarafından bakınca üzerinde iki tane pencere var. Diğer tarafı da aynı olmalı. Köprüye on dokuzuncu yüzyılda "Bridge of Sighs" adını veren Lord Byron. Türkçe rehberlerde adı "Ahlar Köprüsü" olarak geçiyor. Mahkeme salonunda ceza alıp zindana atılacak mahkumlar içinse sadece kara bir tünelden ibaret. Dünya gözüyle gördükleri son manzara Venedik olduğu için ah çektikleri farz edilse de bunun doğru olmadığını anlamak zor değil. Zira pencerelerdeki ızgaralar arasından pek bir şey gözükmüyor (muş). Lord Byron biraz romantik takılmış. Kazanova'ya sormuş olsaydı doğrusunu öğrenirdi. Engizisyonun zina ve casuslukla suçladığı Kazanova da bir zamanlar burada tutuklu kalmış. Onbeş ay sonra nöbetçiyi kandırarak hapisten kaçmış.
Piazzale Roma ve dönüş yolu
Sevdiğiniz şeylerden, kişi, eşya veya şehir fark etmez, ne kadar etkilendiyseniz, ayrılmak da o kadar zor oluyor. Biz de kimseye el sallamadık. Hiç bir şeyle vedalaşmadan, susup şehrin giderek uzaklaşan sesini dinlemek daha iyi. Biz de öyle yaptık. Fakat daha Venedik'ten ayrılmadan, vapurdan inip otobüse biner binmez büyü bozuldu. Kanallar ve gondollarıyla Venedik ne kadar zaman ötesi bir alemse, bu meydan ve otobüsler de o kadar başka bir yerdi. Roma meydanı adeta insanların gerçek dünyaya geçmeden önce uğradıkları bir durak gibiydi. Birazdan Dük'ün adamları gelecek ve mızraklarıyla sizi dürtecek; Silkinin ve kendinize dönün!
"Venedik'te Ölüm" kitabını daha önce okuyup bitirmiştim. Fakat uçakta tekrar okumak istedim. Özellikle Aschenbach'ın Venedik'e gelişini anlatan satırları arayıp buldum ve tekrar okudum. Bu bana iyi gelecek. Venedik'ten ayrılırken yapılacak en güzel şey, ilk günü düşlemek:
"İşte yine karşısındaydı: insanı hayretler içinde bırakan rıhtım; Republica’nın, denizden gelenlerin saygılı bakışlarına sunduğu o göz alıcı, fantastik yapılar kompozisyonu; sarayın hafif görkemi; Ahlar Köprüsü; kıyıdaki aslanlı, evliyalı sütunlar, masal tapınağının büyük bir gösterişle yükselen yan cephesi; takın altından geçen yol; büyük saat! Bunları seyrederken Venedik’e karadan gelip istasyondan girmenin, bir saraya arka kapıdan dalmak anlamına geldiğini, şehirlerin en efsanevisine, şimdi kendisinin yaptığı gibi, ancak engin denizden vaporetto’yla gelinebileceğini düşündü..."
Etiketler:
Avrupa,
İtalya,
Sınır dışı,
Venedik,
Yol durumu
Yer:
Venedik, İtalya
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)