12 Temmuz 2010 Pazartesi

PROFESYONEL ORDU?

Hava nemli. Hava sıcaklığı sıcak, hissedilen daha sıcak. Erken saatlerde sis, pus. Görüş mesafesi üç, bilemedin beş metre. 

Adı "Terör" konan sorunun şimdiye kadar uygulanan yöntemlerle çözülemeyeceği belliydi. Politikacılar, asker ve polis resmen sınıfta kaldılar. Toplumsal olaylar konusunda dünyanın en deneyimli polisinin Türk polisi, en deneyimli ordusunun da Türk ordusu olması gerekirken, neden hala aynı noktadayız? Aynı noktadaysak ve aynı yanlışları tekrarlıyorsak, deneyimden bahsedilebilir mi? Yöntemlerin sorgulanması zamanı gelmedi mi? Binlerce kere top da atılsa, “sortie” de yapılsa, boşa harcanan mermi ve roketlerle nereye varılabilir? İkinci dünya savaşında Pasifik adalarındaki Japon askerlerini yok edebildi mi Amerikan uçakları?

Diyelim ki bu bir numaralı sorunumuzun adı kısaca "terör" olsun.
Sadece profesyonelleşmiş birliklerle, diğer bir ifadeyle; profesyonel ölüm makineleriyle bitirilebilecek bir şey midir terör? Kelle hesabı yaparsanız, belki. Ama unutmamak gerekir ki terör denen olgunun kelle sayısıyla ilgisi yoktur. Birkaç kişi bile en korkunç terörü gerçekleştirebilir. O zaman sormak istiyorum:

Bu bir çözüm olabilir mi?
Kazanan nasıl belli olacak?
Önce kimin mermisi bitecek?
En son kimin mermisi biterse o mu kazanacak?
Kim kazanacak?
Kazanan olacak mı?

Kan davalarının, töre cinayetlerinin hüküm sürdüğü bir ülkede hangi dava mermi sayısıyla kazanılır?

Sis arttı, görüş mesafesi 1-2 metreye indi.

Ben kendi adıma şunu söyleyebilirim: Adı ne olursa olsun, yurttaşını düşman sayan, çocuklarının isimlerini bile özgürce seçmelerine engel olan, annesiyle kendi dilinde konuşmasını engelleyen, insanları göçe zorlayıp köklerini zedeleyen, meracılığı yok ederek geçim kaynaklarını kurutan, saklanmasınlar diye orman ve koruları yakan, kaçakçılıktan başka şans bırakmayan, sonra da kaçakçı diye suçlayan, barış getiriyoruz diye savaşan, sorti hesabıyla savaşı bitireceğini zanneden “güç ve iktidar” sahiplerinin, adını bile yanlış koydukları “terör” konusunda doğru bir çözüme imza atacaklarına inanmıyorum. 


Bütün bunlardan ve geçmişteki deneyimlerden ders alınmamış gibi olağanüstü hal isteyenlere de şaşıyorum. Askerlik hikayeleri anlatması zevkli ve heyecanlıdır. Kahve köşelerini ve erkeklerimizin hayatını renklendirir. Fakat askerliğimizi yaparken hangimiz askerliğin olağanüstü halinden bunalmadık? Hangimiz yatılı okulların (veya yurtların) saat sınırlamalarından kaçmak istemedik. Bir de yaşamlarını normalleştirmeye çalışan, hiç olmazsa bunu umut eden insanların her gün bu cenderenin içinde yaşadıklarını düşünün. Türkiye cumhuriyetini yıllar içinde “TC” haline getiren nedir?

NOT; Aradan bir sene kadar geçti. Gazeteler cenaze haberleriyle doldu. Asker-politikacı biraraya geldi. Kanları yerde kalmayacak dendi, gene bildiğiniz kararlar alındı. O sırada zamane genel kurmay başkanının ağzından çıkan bazı itiraflar basına yansıdı. Herkes çok şaşırdı. Ben şaşırmadım. Fakat esas dikkatimi çeken, durumdan ne anladığı oldu; savaşın neden otuz yıldır sürdüğünü nihayet anlamış! Emir-komuta zinciri kopukmuş, komutanlar silahı bırakıp kaçıyormuş, kontrolsüz mayın döşenmiş, eğitim zaafiyeti varmış, iyi öldüremiyorlarmış vs vs... Yani bunlar doğru yapılsa sorun kalmazmış gibi bir ifade! 

Görüş mesafesi sıfır! Rakamla da 0, yazıyla da sıfır...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder