7 Ocak 2011 Cuma

ADALETİN BU MU DÜNYA?

Hava kapalı. Aylardan Ocak. Daha ne bekliyorsunuz havadan? Tabii ki kapalı olacak.  Soğuk olacak. Kulaklar donacak. Ağızdan çıkanı kulak duymayacak. Soğuktan güneş bile evden çıkmayacak. Çıkanlar düşecek. Çukurlara dikkat!

Gözleri bağlı Adalet hanım sonunda önündeki çukuru göremeyerek sendeledi ve yüzü koyun kapaklandı. Olduğu yerde heykel gibi dursaydı (her zaman ki gibi) ayağı dolaşmaz ve düşmezdi. Ama "ileri demokrasimizin" çağdaş yargısı olma yolunda yürümeye kalkınca tökezledi maalesef. Zengini fakiri görüp de etki altında kalmayayım diye gözünü bağlayıp, adalet dağıtırken tarafsız olmak gibi uzak hedeflere kilitlenince önündeki çukuru göremedi zahir. Halbuki çukur yıllardır orada duruyordu. Yargıçlar da, politikacılar da, savcılar da (listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz) çukurun etrafından dolaşmayı öğrenmişler, idare ediyorlardı. Bu hınzır çukur sonunda yapacağını yaptı ve geldi, Adalet hanımın ayağına dolandı. Şimdi herkes bu çukuru kim açtı diye suçlu aramakta! Yahu bu çukur bir zamanlar küçücüktü (evladım!), ne zaman bu kadar büyüdü?

2011 yılının ilk haftasında televizyon kanallarının en fazla reyting alan dizisinin, ve yakında muhtemelen gazetelerin magazin sayfasına kadar düşecek olan konunun başlığı "Hizbullah örgüt üyelerinin özgürlük halayı". Aslında bu tam bir özgürlük olayı değil. Fakat genel kanı büyüklerimizin "aslında müebbede mahkumlar" demesine rağmen, tutukluluk halleri sona eren "muhtemel" canilerin yakın bir zaman içinde sırra kadem basacakları yönünde... Diğer yandan mahkemeleri ağır aksak süren, kaçma ve saklanma olasılığı hiç bulunmayan rektörler, gazeteciler ve emekli askerlerin tutuklulukları iki yılı aşkın zamandır devam etmekte... Demek ki Adalet hanım arada bir gözbağını aralayıp, bu içeri, bu dışarı diye ayırım yapıyor! Karanlığa alışan gözler ışığı görünce kamaşıyor herhalde!!

Mediada 7/24 çıkan haberlerden duyduklarım ve de yaşadıklarımdan edindiğim izlenimler ise şöyle:

  • bir avukat (İstanbul barosu eski başkanı); dosyaları temyiz incelemesinde olan kişiler için ceza mahkemeleri yasasının 102nci maddesini uygulayıp tahliye kararı verilmesi yasaya aykırı! 
  • Avrupa insan hakları sözleşmesinin 5inci maddesi; tutuklama süresi ilk derece mahkemesince verilen karar tarihine göre hesaplanır...
  • Hüküm giymiş, davası yargıtaydaki kişiler tutuklu değil, hükümlüdür. AİHM'nin Wemhof içtihadı, hükümlülerle tutukluları kesin çizgilerle ayırmaktadır.
  • Bir hukuk profesörü (Ankara Baro başkanı) ile söyleşi; savcılar müfettişler tarafından denetlendiğinde bir davayı neden açtığı değil, neden açmadığı sorulur, diyor. Onun için savcılar yeterli delil toplamadan dava açarlar, dolayısıyla bunları toparlama işi mahkemelere kalır. Avrupa Birliği ülkelerinde açılan davaların %80'i ceza ile sonuçlanır. Bu oran Japonya'da %99, Türkiye'de ise %60 civarındadır. Tercümesi şu; Türkiye'de gereksiz yere açılan davalar mahkemelerin yükünü daha da artırmaktadır.
  • Prof. M. Feyzioğlu (Ankara Baro Başkanı); karakollarda sohbet adı altında avukat gelmeden şüphelilerin ifadesi alınıyor, mahkemede de delil olarak kabul ediliyor.
  • Hizbullah davasında yargı sürecinin uzamasında suçu sadece yargıçlara yüklemek haksızlık olur. Bu davanın ilk 5 yılı mahkemeden adli tıbba gönderilen CD'lerin çözümlerini beklemekle geçmiş. 
  • Hizbullah gibi netameli bir davada sonucun gecikmesi bir dereceye kadar yargıçların da işine gelmekte. Çünkü onlar da tehdit altındalar ve devletin onları koruyamayacağını biliyorlar. Aslında bu geciktirme ve sürekli ertelemeler bir sürü davada yargıçların "çözüm" için uyguladıkları bir yöntem! Zaman her şeyi halleder (veya siler)...
  • Davalar bir şekilde zaman aşımına uğramadan sonuçlansa bile, yargıtayın "eksik (veya delil niteliği taşımayan) delil toplama ve eksik yargılama" nedeniyle geri çevirme oranı çok kuvvetle muhtemel. Bu yetersizlik Avrupa insan hakları mahkemelerinde Türkiye aleyhine sonuçlanan davalarda da vurgulanmakta. Demek ki nicelik sorunu yanında, bence daha önemli olan bir "nitelik" sorunu da var!
  • İş kanunu ile ilgili basit bir davada, yargı süreci yerel mahkemede 2 ay gibi kısa bir sürede bitse bile (kendim yaşadığım için biliyorum), dosyanın Ankara'ya gitmesi 2,5 ay sürebiliyor. Yargıtayda dosyanın ne zaman görüleceği ise meçhul. Bir yıl, iki yıl? Demek ki yargılamanın her kademesinde sorun var ve adaleti "saray"lardan dağıtmaya çalışmak sorunu çözmüyor. O nedenle Türkiye'de kan davaları bitmiyor ve bitmeyecek. Herkes kendi suçlusunu kendisi cezalandıracak. Bunu yapamayan da şeriat özlemiyle tutuşacak. Keseceksin elini!!!!!!!!!

Karşı karşıya kaldığımız durumun çaresi; piramitin en altından en üstüne kadar yargının her kademesini (nitelik ve nicelik açısından) ele almak, dolaylı ve dolaysız olarak yargıyla ilgili (polis ve savcılardan başlayarak, adli tıp ve dosya nakilleri gibi) bütün unsurları yeniden düzenlemektir. Çöken piramitin suçunu piramitin tepesinde aramak yerine, önce taban alanını yaymak ve güçlendirmek, en uygun açıyla taşları üstüste koymaktır (bakınız; Mısır piramitleri!). Bunu yapması gerekenler de (Imhotep değil) şimdiki yasama erki olduğuna göre manitu bizi korusun!.

Bu arada ortalıktaki toz ve dumanı yatıştıracak tek şey de (bence), mahkemelerden karar çıktığı zaman, davalı suçlu bulunduğu takdirde, ceza sürecinin başlatılması. Böylece yargıtayda uzayan süreç nedeniyle bugünkü gibi salıverilmeler önlenmiş olur. Eğer sonuçta yargıtay tarafından suçsuz olduğuna karar verilirse, kayıpları (kısmen de olsa) tazmin edilebilir.. Fakat bunu kesin çözüm olarak önermediğimi vurgulamak isterim. Esas çözüm yargı sürecinin "kalite yönetimiyle" ele alınması, yargıç başına düşen dosya sayısının azaltılması ve mutlaka ama mutlaka yargı sürecinin hızlanmasındadır.

Ve tarihten bir sayfa (ibret için!):
  • Büyük özgürlük şartı (Magna Carta, İngiltere 1215); özgür kimse.. yasal şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal-mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek, hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.

1 yorum:

  1. Hocam !!..
    Baalbek vadisinde yol boyunca gördüklerimizin yanına,RTE'nin Lübnan seyahatini de eklerseniz makalenizde taşlar yerine oturacaktır diye düşünüyorum ...
    Adamlar bilinçli ve hesaplı bir seçim süreci ve sonrası planlaması içindeler...
    Bizler de "şeriatın kestiği parmak acıtır mı?.." acaba diye şabal şabal bakınıyoruz..
    Sevgiler..
    Feyza..

    YanıtlaSil