16 Mayıs 2014 Cuma

GÜNDÜZÜN KARANLIĞINDA



Soma Kömür İşletmesi'nde bir felaket yaşandı. Yetkili yetkisiz herkes konuşmaya başladı. Televizyondaki emekli albayların yerini maden mühendisleri aldı. Bu ülkenin en organize sektörü, cenaze hizmetleri her zaman hayran kaldığım düzeniyle çalışmaya başladı. Hacılar, hocalar devreye girdi, hatimler indirildi, hutbeler okundu. Madenci hikayeleri dilden dile dolaştı. Baş sağlığı dilekleri havada uçuştu, günlerdir havalandırma bacalarından yükselen kara ise bulaşıp göğün bilmem kaçıncı katına ulaştı. Gündüzün kararması bundandır.

"Somasonolsun" diye bir kampanya başladı. İmzaladım. "Son olsun" demekle olmuyor, neden son olmuyor, onu araştırdım. Yazımın karanlık olması ondandır.

Önce çok ölümlü maden kazalarına baktım. Avrupa'da son 1913 yılında, Galler'de olmuş. Diğerleri Rodezya, Hindistan ve Çin'de. Çin'de yedi milyon maden işçisi olduğunu hesaba katmak lazım. Japonya'da da en son 1963'te bir maden felaketi yaşanmış. Sonra son on yıldaki tüm kazaları araştırdım. Çin, Kongo, Pakistan, Yeni Zelanda, Şili, Meksika, Sovyetler Birliği kazaları daha az kayıplarla atlatmış. Amerika Birleşik Devletleri'nde 2006, 2007 ve 2010 kazalarında toplam 47 madenci ölmüş. Demek ki her yerde olabiliyormuş dedim. Bu gerçek beni teselli etmedi. Ayrıntıya girince nerede, ne zaman insan hakları sorunu varsa, orada daha fazla ölüm olduğunu gördüm. Fıtrattan bahsedenlere kızmam ondandır.

Avrupa'ya özeniyorsak, hani muasır medeniyet filan, Avrupa'ya baktım. Maden işçisi sayısında bize en yakın olanın Almanya olduğunu gördüm. Ayrıca Almanya, dünyadaki kömür madeni rezervlerinde birinci sırada yer alıyor. 2012 yılı istatistiklerine göre tüm maden ocaklarında yaklaşık kırk bin işçi çalışıyor. Kurtarma ekipleri ve yöneticilerle birlikte sayı elli iki bine çıkıyor. Bizdeki maden işçilerinin sayısı 48706. Almanya'daki son çok ölümlü kaza 1988 yılında olmuş ve 51 kişi ölmüş. Bundan sonra, düne kadar sadece 3 kişi hayatını kaybetmiş. Hiç kaza olmamış değil, ama insanlar bir şekilde kurtulmuşlar. Aynı süreçte bizdeki kayıp sayısı 1599! Son otuz yılda yukarıda saydığım ülkelerin tümünde, Çin dahil, kazalar belirgin şekilde azalırken bizde tam bir istikrar göze çarpmakta (!). Belli ki adamlar emekçileri koruyacak tedbirler almışlar. Sayıların içimi karartması bundandır.

1999 Marmara depreminden sonra Veli Küçük günah keçisi ilan edilmiş, imar planlarında fay hatlarının yerini keyiflerine göre değiştirenler, çürük inşaatlara imza atanlar ve bilumum ahlaksız zevat kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp ortalıktan toz olmuştu. Bu olay da muhtemelen şirketin bir kaç mühendisine veya güvenlik uzmanlarına mal edilip, mağdurlara ödenecek cömert tazminatlarla kapanıp gidecek. İnternette kuru bir istatistik olarak kalacak. Aynı şirket hiç bir şey olmamış gibi başka bir yerde, mesela bir nükleer santral inşaatında önümüze çıkacak. Sorulunca da "deneyim kazandıkları" söylenecek. Karanlıkta suratımıza yapışan örümcek ağlarından kurtulmak kolay kolay mümkün değil. Umudumun karanlıklarda hapis kalması ondandır.

Bu küreselleşme ve özelleşme yalanında, hiç bir özel şirket maliyet hesabı yapmadan güvenlik önlemi almaz. İnsan haklarını hiçe sayan bizimki gibi devletler de özel şirketlerle aralarındaki menfaat zincirini kıracak tedbirler almaz. Bizim uyanık siyasetçiler bu denklemi çok önceden çözdükleri için bu noktaya gelindi. Önce güçlü sendikaların üzerine gidildi. Yönetimler el değiştirdi. Kalanlar sarı sendika oldu. Güvenlik tedbirlerini sorgulayacak, emeğini savunacak, işverene karşı dik duracak sendikalar yok edildi. OECD Türkiye'yi sendikasızlaşma birincisi ilan edince kimsenin umurunda olmadı. Olan işçi ve emekçilere oldu. Soma madenlerine o gün kaç kişinin indiği hala bilinmiyor. Sayılar saklanıyor. Yaşı küçük işçi yok derken, kaç kişinin sigortasız çalıştırıldığı söylenmiyor. Kömür çıkarmanın maliyetini 140 dolardan 24 dolara indiririm diyerek ihale alan şirkete kimse bunun neye mal olacağını sormuyor. Tarımın ve hayvancılığın öldüğü, sanayinin ithalata kurban edildiği ülkede insanlar duble yollarda ve madenlerde ölmeye mahkum ediliyor. Çaresizlik ve çözümsüzlük halkımın kaderi oldu. Yavaş yavaş ısınan tenceredeki kurbağalar gibi olduk. Popomuzdan yükselen yanık kokusu ondandır.

Yazımı yazarken Fado dinliyorum. Fado Portekiz dilinde alın yazısı veya kader gibi bir anlama geliyor. Sevgililerini denize uğurlayan ve geri dönmelerini umutla bekleyen Portekizli kadınlar denize bakıp ağıt yakarlarmış. Kaderci olduğumdan değil, o kadınları sevdiğimden dinliyorum. Artık geri gelmeyecekler için söylenen anlamadığım kelimeler odada dolaşıyor. Anlamasam da seslerin tınısındaki hüznü, acı ve özlemi hissediyorum. Lakin hissettiklerimin onlara bir faydası olmuyor. Ne Portekizli, ne de Somalı kadınları teselli edebilmem mümkün değil. Kömür madeninin kara boğazından kara dumanlar çıkıyor. Daha fazla duman, daha fazla acı demek. Umutlar azalıyor. Duman arttıkça hiddetim de artıyor. Somalı kadınların yüreklerini yakan kor, başkalarını da yaksın istiyorum. Onların yüreğindeki kor gündüzün karanlığını aşıp, öyle bir yere düşsün ki, gecemizin aydınlığı olsun, başka acılar olmasın. Kızgınım. Sermaye - iktidar iş birliğini okuyorum. Dumanın isi gerçekleri örtmeye yetmiyor. Öğrendikçe kızıyorum. Kızgınlığım karanlığa değil, aydınlığın önündeki perdeye. Perdeyi yırtıp atmak istiyorum. Uzanıp tüm gücümle çekiyorum. Biliyorum ki gündüzün karanlığı ondandır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder