18 Ocak 2015 Pazar

“HAFTALIK ŞARLİ” OLAYININ FRANSIZCADAN TÜRKÇEYE TERCÜMESİ


Kan gölü ortasında, sayfaları yarı beline kadar kana bulanmış bir dergi; Charlie Hebdo! Arjantinli çizer  Bernardo Erlich, çizimindeki mizahın anlaşılmayacağı endişesiyle, üzerine açıklamasını da eklemiş


Dünya o kadar ciddileşti ki mizah riskli bir iş haline geldi.



O kadar ciddi ki dünyanın tüm “yazısız” karikatürleri şaibe altında. Değil çizgiler, sözler, duruşlar ve en somut gerçekler bile “anlam” kaosuna sürüklenmeye aday. Cin fikirli insanlar pusuda bekliyor. Siyasal ve parasal hırslar insana her şeyi yaptırabilir. Dini emelleri hiç saymıyorum, Allah korusun (!)... Örneğin bir karikatür Tomahawk füzesinden daha tehlikeli görülebilir veya gerektiğinde, sembolizme karşı bir dergi birbirinden tamamen farklı düşüncelere sembol olabilir. 2015 Ocak ayındaki “Charlie Hebdoolayında bunların hepsini birden yaşadık.

Dresden ve Paris’teki protesto yürüyüşlerinde başrolde yine Şarliler vardı. Dresden’de sırf inançları yüzünden Müslümanlar hedefteyken, Paris’te insanlar düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde “canlı kalkan” olmuşlardı. İki grubun sembolü de Haftalık Şarli dergisiydi.  Bu ikilemi en önce Charlie Hebdo’nun (yaşayan) çizerleri fark etti; Willem “nasıl bu tuzağa düştük?” diye yakınırken, Luz; “Bize şu anda atfedilen sembol, aslında Charlie’nin başından beri savaştığı her şeydir” diyordu. Onlar prensipte tüm dogmalara karşıydı. “Notre Dame” Kilisesi çanlarının şereflerine çalmasını gülünç buluyorlar ve bunu ancak “Zangoçluğunu FEMEN grubu yapacaksa” kabul edebileceklerini söylüyorlardı. İstemleri dışında düştükleri durumdan şaşkındılar…

Paris’teki başka bir şaşkın kişi de “güzel ve yalnız” bir ülkeden gelmişti. Ne Hollande onun, ne de o kendisinin bu kalabalıkta neden bulunduğunu uzun süre anlamadı. Gülen surat maskesiyle “fotoğrafın içinde yer alma” misyonunu yerine getirdi. Katıldığı kortejin düşünce özgürlüğü ve laiklik ile ilgisini ise ancak döndükten sonra anladı.  Anladı, fakat onu da yanlış anladı. Paris’ten aklında kalan tek şeyi, 12 rakamını alıp, üzerinde fanteziler üretti.

Anlayamadığı şey, on iki milyon Müslüman öldüğünde neden bunca siyasi liderin bir tepki göstermediğiydi. Çünkü Paris’ten diğer şehirlere ve ülkelere yayılan tepkinin yukarıdan aşağıya yayılan bir hareket olduğu fikrindeydi. Bütün Türkiye’de yapılan Cumhuriyet yürüyüşlerini de aynı nedenle anlamamıştı. Onun zihinsel sistematiğine göre bir yürüyüş yapılacaksa onu da kendileri yapardı. Büyük Usta’nın öğretisi bu şekildeydi ve kendisi sadece bir çekirgeydi.

Halbuki İsveç’teki cami kapısına çiçek bırakıp, duvarlarına kalp işaretleri çizenler,  Berlin ve Köln’de İslam karşıtı PEGİDA’ya karşı yürüyenler ve Paris’teki milyonlar her hangi bir hiyerarşik yönlendirmeyle ortaya dökülmemişlerdi. Onlar, demokratik haklarını silahların namlusunda gören, onları koruyacak tek ve gerçek gücün laiklik olduğunun bilincinde, örgütsüz ve basit, normal şartlarda fark edilmeden yaşayan insanlardı. Aralarındaki tek bağ, birlikte yaşama isteği olan sıradan insanlar. Buna kısaca “halk” diyoruz. Her daim mütebessim çekirgenin Paris’te görüp anlam veremediği şey; Halkın ve demokratik bir yönetimin özgürlüklere sahip çıkma refleksiydi. 

Olayı bir de Can Yücel ağzıyla tercüme edelim, kısa ve öz:

Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş,
Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş...
Oysa dünya, halkların omzu üstünde durur
Kıpırdasın da gör!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder