6 Haziran 2011 Pazartesi

ANNEM


Geçirdiği felç olayından sonra, 44 yıldır bekliyordu yürümeyi. Yıllardır evinde tek başına yaşıyordu, bir o, bir de bakıcı kadınlar. Çoğu Kırım'lıydı. En fazla bir sene dayanıyordu bu kadınlara. Ona sormadan iş çeviriyorlardı. Kadınlar dayanmak zorundaydı, ama o değildi. İyileşecek, çatır çatır yürüyecek ve tüm kadınları kovacaktı. Kadın dediğim, bakıcı kadınları. Yoksa Safinaz kalabilirdi. Son zamanlarda Jale de kalabilecekler arasına girmişti. Bu kadınlar onu zorla yıkıyor, yıkanırken de gelip orasına burasına vuruyorlardı. Saçını da onlar kesmişti. Kalkacak ve hepsini kovacaktı. Yapmak istedi mi yapar, gitmek istedi mi giderdi. Hani, Osmanlı kadını denen cinsten...

Bu sefer de öyle gitti. Günlerden pazardı. O gün gideceğini o da bilmiyordu biz de. Nezire'den salı günü için mantı pişirmesini istemişti. Yıllardır salı akşamları annemin evinde toplanır, birlikte yemek yerdik. Son zamanlardaki favorisi pizza partileriydi. 

- Eşref, sen pizzaları al, ben parasını veririm. Tolga da gelsin.
 
Eşref'in oğlu Tolga diğer favorisiydi. Diğer demekten amacım, benden sonra geldiğini anlatabilmek için. Yattığı yerden, sol tarafta olan odaları Tolga'ya vermişti! Halbuki sol tarafta sadece tek bir oda vardı. Son zamanlarda, gençliğinde hiç olmadığı kadar cömertti!

- Bu odalar senin, derdi Tolga'ya.
 

Demek ki o salı akşamı mantı yenecekti. 

- Mantı sert olmasın, dedi. Mantıyı onun yaptığı gibi değil, kendi istediği gibi yapmasını istedi. 

Bu evde her şey onun istediği gibi olmalıydı. Ocak onun istediği kadar açılmalı, biberler onun istediği boyda olmalı, onun istediği bardaklarla çay içilmeliydi. Çayı ya İlhan, ya da Yalçın demlemeliydi. Gönül çay demleyemezdi. Zaten iki bardağı da o kırmıştı. Ama altını en iyi o temizliyordu. Ondan vazgeçemezdi. Bir de İlhan'dan. Parmaklarıyla saydı, iki gün sonra üç aylığını getirecekti. İlhan nerede? Son görüşünde ona, baş ve işaret parmağını birbirine sürterek, para işareti yapmıştı. 

- Ona kaç kere "hepsini birden getir" dedim, dedi. 

Yoksa getirmiş miydi? Aklı karıştı. Yanındaki torbaya baktı, bulamadı. Ceplerini karıştırdı, gene bulamadı. Ne aradığını unutmuş, sadece karıştırıyordu. Cepleri de aklı kadar karışıktı. Televizyonunun önünden geçen kara adamlar karıştırmıştı aklını... İlhan; "ayetül kürsi oku, giderler" demişti. Ayetül kürsi okudu, kara adamlar gittiler. Süslenmek istedi. En güzel kolyesini, mavi taşlı yüzüğünü taktı. Maviyi severdi. Mavi saatine baktı.  Sadece bakmış olmak için baktı. Çalışıp çalışmadığını anlamadı. Mavi saat hep elinin altında dururdu. Bir randevusu varmış da geç kalacakmış gibi, devamlı saate bakardı, bir de takvime. 
O gün takvimde gördüğü son gündü...

Yatakta doğruldu ve "Sen bir yere gitme" dedi Nezire'ye. Kovmaktan epeydir vazgeçmişti. Sırtı ağrıyordu. Nezire'den onu oturtmasını istedi.

- İlhan beye haber vereyim mi? diye sordu Nezire.
- Hayır verme.
- Yatırayım mı?
- Yatır,
dedi. 

Zaten yatıyordu. Son bir yıldır hemen hiç kalkmamıştı. Gene de yatmak istedi, yorgundu. Yatmak istedi, yatmak ve rahatlamak...

Annemin ki yatıp da gitmek gibi bir şey oldu. Nezire telefon ettiğinde gittiğini anladım. Bastonu kapının kenarında duruyordu. Belli ki almadan gitmişti. Yıllar boyu hep yürüyeceğini söyledi. Yürüyüp gidecekti. Kararlıydı. Yapamayacağını zannediyordum, onu da yaptı. Biz koluna girmedik, hiç bir yerinden tutmadık. Tutamadık. İnat etti, kendi başına, bastonunu bile almadan kalktı ve  gitti.

Akşamları annemin ondan daha önce yatmasını istermiş babam. Yatağı ısıtsın diye. Annem de gider, babamdan önce yatağa girermiş. Bu sefer tam tersi oldu. Önce babam gitti yatmaya, sonra annem.