29 Aralık 2011 Perşembe

YOLCUDUR ABBAS....

Yolcu dediğim 2011, yanlış anlaşılmasın. Ben bir yere gitmiyorum! Sizler için mutfağa girdim, hepinize yetecek, 12 mumlu bir yeni yıl pastası, pardon karpuzu hazırladım. Gördüğünüz gibi gayet kolay oldu. Gelecek yıl mutfak becerilerimi artırmaya karar verdim. Kurdela makarna, burgu makarna, boru makarna, mantı makarna gibi. Pastalardan kavun pastası, ananas pastası da deneyebilirim. Konu mankeni değişebilir veya mumsuz olabilir, orada yaratıcılığımı konuşturacağım!!!

Not; Fotoğrafta görülmeyen kabuklar halen Akdeniz'de yüzmektedir...


Ve itiraf; Aslında karpuzu Ağustos ayında Ayşe'min doğum günü için hazırlamıştım. Montaj, dublaj filan, yeni yıl kutlaması için yeniden servise koydum. Onun karpuzunu kullandığım için biraz alındı. Haklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü o gün özel bir gündü. Tembellik yapıp hata etmişim. Ona söz, seneye başka karpuz kullanacağım!

14 Aralık 2011 Çarşamba

ANNE

Anneannem, kadının doğru yaşını bulmak için yaptığı doğumları saymak gerekir derdi. Ona göre, her doğum kadını 5 yıl ihtiyarlatırdı. 6 çocuğu vardı. 6 çocuk 30 yıl ederdi. Onun yüzüne bakıp hesabın doğru olduğunu düşünürdüm. O hep yaşlı bir kadındı. İlk gördüğümde ne ise ölmeden önce de aynıydı. Hep anneanneydi. Yaşlı, köşesinde oturup dua eden, beni gördükçe torbasından ilaçlarını çıkarıp tek tek anlatan "anneanne"... Onun karşısında bacak bacak üstüne atılmaz, o dua etmeden yemeğe başlanmazdı. O kural koyucuydu, annelerimizin bile annesiydi. Anneannelik diye bir kalıp olsa, tam ona uyardı. Hani bazı zeka testlerinde çocukların önüne üç boyutlu cisimler konur ve önlerindeki aynı şekilde oyulmuş boşluklara sokmaları beklenir. Küp her zaman kare şeklindeki boşluğa girer. İşte anneannelik anneanneme böyle köşeli-kenarlı bir kalıp gibi uyardı.

Bazı kadınlar ise her zaman annedir. Anne olmak için doğmuş, anne olmak için yaşamışlardır. İlk fırsatta da anne olurlar. Annelik onlara, onlar anneliğe kalıp gibi uyar. Köşeleri, kenarları yoktur. İlle de bir şekil tanımlamak gerekse, yuvarlak bir küre veya en fazla oval bir şekil uyar onlara. Bütün anneler böyledir anlamına söylemiyorum. O, böyle bir anneydi. Onu ilk gördüğümde 68 yaşındaymış. Bunun 25'ini 5 çocuğu için ekledim.

Bakırköy'de, çarşı tarafından gelip Zuhurat Baba'ya doğru gidiyorlardı. 968 veya 69. Onlar Bakırköy'de oturdukları için oradaydılar. Bense onların Bakırköy'de olduklarını bildiğim için... "Onların" dediğim, aslında "onun" olacak, "o" da Jale! Jale'yle birlikte çarşıdan eve dönüyorlardı. Ben uzaktaydım. Onları sadece arkalarından gördüm. Soldaki Jale'ydi. Yanındaki annesi herhalde dedim. Ellerinde fileler vardı. Annesi olamayacak kadar ufaktı, ama belli ki annesiydi. Bazı kadınların "anne" olduğu uzaktan bile bellidir.

Sonra yıllar göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Doktor olduk, evlendik, Jale'nin yaşına 10 ekledik. Bir kaç "10" da kendiliğinden geldi, üstüne eklendi, kaldı. "Çocuklar büyüdü" derken, büyüyen önceleri boylarıydı, sonra baktık ki yaşları da büyümüş. Kendi derdimize düştük. Okul, hastane, iş, yol, trafik, nöbet, hastane, gene hastane derken zamanı unuttuk. Zaman bir yerde durmuş, bizi bekliyor sandık. Bizim "İŞ"lerimiz bitecek, bir yerden, hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğiz zannettik. Öyle olmadı. Ne işler bitti, ne de zaman bizi bekledi. Hayatımızda neler için erken, neler için geç olduğunu hiç bilemedik. Ya da bilmezden geldik. İlk molayı aldığımızda etrafın ne kadar değiştiğini farkettik. Büyüyen sadece çocuklardı. Bizimkisi yaşlanmaktı. Televizyon, masa, iskemleler gibi vücutlarımız da yaşlanmış, önceden tanımadığımız sesler çıkarmaya başlamıştı. Önceden tanımadıklarımız sadece eklemlerimizin kıtırtıları, sırt ağrılarımız değildi. Hayatımıza yeni katılanlar da vardı. Tansiyon indi-çıktı sohbetleri, şeker şeritleri, belimizdeki yeni kıvrımlar ve alt bezleri...

Alt bezleriyle Kırım kadınlarının hayatımıza girmesi eş zamanlı oldu. Biri ötekinden daha önce olabilir, ama önemli değil. Önemli olan hayatımıza giren bu bez parçalarıyla birlikte bazı şeylerin yok olmaya başlamasıydı. Önce karşılıklı sohbetler bitti. Akıl uçuşmaları, hafıza sorunları başladı. Kimin kim olduğunu unuttu. Hatırlatmaya çalışmak beyhudeydi. Altı bezlenen kadın, kendi kendine yemek yiyemeyen bu kadın ben değilim, der gibi içine kapandı.  Devamlı yürüyordu. Oturtmak, ya da yatırmak mümkün değildi. Aylarca yürüdü. Sonra aniden vazgeçti, durdu. Artık yatmak zamanıydı. Neden yürüdüğünü hiç bilemedik, neden durduğunu da...

Yataktan hiç kalkmadığı, etrafla da ilgisinin pek kalmadığı günlerden birinde, bir gece rüyamda onu gördüm. Üzerinde beyaz gömlek, altında kırmızı puantiyeli beyaz, veya beyaz puantiyeli kırmızı bir etek vardı. Yanında bir kadınla birlikte merdivenden iniyordu. Ben aşağıdaki kapıdan eve girmiş yukarı çıkıyordum. Elinde defter veya kitap gibi bir şey vardı. İşaret parmağıyla birşeyler gösteriyor, "işte buradan gideceğiz, yolu biliyorum" diyordu. Yanından geçerken durdu, bana baktı. Eli hala kitabın üzerindeydi. Göz göze geldik, beni tanımadı. Tanısaydı, benim hiç "anne" diyemediğim kadar dolu dolu; "yavrum" derdi, "Yavrum, sen gir içeri, biz gidiyoruz. Senin için nohutlu pilav yaptım" Tanımadı. Ben onu tanıdım. Saçları son gördüğümden daha beyazdı. Başörtüsü yoktu. Onlar uzaklaşırken ben eve girdim. Boştu. Her girdiğim odada birisi var gibi hissediyor, fakat kimseyi göremiyordum. Eşyalar ve tanıdığım kokulardan başka bir şey kalmamıştı.

Kemet ülkesinin adalet ve düzen tanrısı Ma'at, kafasında devekuşu tüyü taşırmış. Bu tüy iyiliği, hakikati ve doğruluğu temsil edermiş. Osiris'in mahkemesinde, terazinin bir kefesine ölen kişinin yüreği, diğer kefesine Ma'at'ın tüylerinden biri konur, tartılırmış. Rivayet o ki; yürek tüy kadar hafifse, sahibi ölümsüz yaşama hak kazanırmış. Ma'at denildiği kadar adaletliyse eğer, bu sefer tüy harcamamıştır sanırım. Şöyle bir bakıp, sen geç demiştir. Nesini tartsın? Karşısındaki ufacık kadının yüreği bedeninden büyük, fakat en hafif tüyden daha hafifti...