23 Şubat 2014 Pazar

TENEKE ARABA

Bilen bilir. Bilmek için hem altmış yaşın üzerinde olmak, hem de çocukluğunda teneke arabalarla haşır neşir olmak gerekir. Oyuncak arabaları kast ediyorum. Bu arabaların yan tarafında bir delik, içinde de yaylı ve çarklı bir düzenek olurdu. Tekerlerin hareketi için çarkların dönmesi, çarkların dönmesi için de zembereğin kurulması gerekir. Bunun için delikten iki kulaklı bir anahtar sokulur, saat kurar gibi çevrilir. Eski çalar saatleri bilen bunu da bilir. Anahtar bırakılınca zemberek aniden boşalır, araba ok gibi fırlar. Kontrolü mümkün değildir. Ön tekerlek nereye giderse araba da onu izler. Duvara toslasa bile vazgeçmez, eğilip bükülse de fark etmez. Her türlü travmaya dayanıklıdır. Tamiri kolaydır. Tekrar kurarsın, tekrar çalışır, hiç bir şey olmamış gibi yürür gider. Gider de nereye gider, kimse bilmez!

Çocukluğumuzun teneke arabaları ortadan yok oldu.

Bizim kerameti kendinden menkul demokrasimiz de bu teneke arabalara benziyor. Ön tekerlek hedefe kitlenmiş, kör topal, kıra döke gidiyor. Hedef bizim hedefimiz değil. Biz düz yola bırakıyoruz, o bildiği yere gidiyor. O bildiği yer, yürüyen ve yürütenin gittiği yer. Yürütme dedim de aklıma geldi, hani demokrasilerde olan şey, ilkeler, kuvvetlerin ayrılığı filan... Bizim ismiyle mücessem yürütme yürütücüleri, çoluk çocuk, tüm ahlâk ve adalet duygularını yürüttü gitti. Hak ve hukuk kaşar kumarbaz edasıyla pas geçildi. Partilerine iman gücüyle bağlı holiganları arka bagaja dolduran iktidar, her türlü yolsuzluğu siyasi tercihlerle aynı torbaya koydu, adaleti sandığa havale etti. Rivayet o ki, hedefimiz "tam demokrasi"... Cemaat oy verecek, her türlü yolsuzluk, yalan dolan aklanacak, tam demokrasimiz elhamdülillah kanıtlanacak! Demokrasimiz teneke arabaya dönmüş, kafasını gözünü yararken, kendine verdiği zararın farkında bile değil...

Vaktiyle demokrasinin amaç değil, araç olduğunun (şeffaf bir şekilde) söylenmesi tesadüf değilmiş. Bunu söyleyen kişinin tercihi tramvay oldu. Keşke naif bir teneke araba olsaydı. Ama olmadı. Tramvay da durduğu yerde durmadı. Zamanla bir  ihtiras tramvayına dönüştü...

İçinden tramvay geçen hayatımız kâbusa döndü. "Hayatımız" derken kullandığım üçüncü çoğul şahıs kipi maalesef halkın tamamını kapsamıyor. Biraz fazla geniş oldu. Gerçekçi olmak gerekirse; kapsama alanı dışında kalan halk için bu durum gayet doğaldır. Sonuçta bal tutan parmağını yalıyordur. Milletin sorunu tramvayın nereye gittiği değil, kendisinin neden binemediğidir. Binemez, çünkü bu hatta "akbil" geçmez!

Bu tramvayda "akbil" değil, "ak-kredi" kartları geçmektedir. Az bilinen bir gerçek de "akredite" kelimesinin "ak-kredi" kökünden türediğidir. Akredite medya ve iş bitirici iş adamları tramvayın olmazsa olmaz yolcularıdır. Çünkü ülkede fırsat eşitliği vardır ve fırsatlardan faydalanma sırası onlardadır. Bu zatlara gaipten bir ses "banka al, AVM yap, medyaya gir" demiştir. Rabbim herkesin gönlüne göre vermekte, kimine "Cleveland", kimine ikbal yolu göstermektedir ki, ikbal yolu Bab-ı Ali'den geçmektedir. Mesaj alınır, Bab-ı Ali'ye raylar döşenir. Nezaketen, rabbimin bütün vasıflarını üzerinde toplamış uzun kişiye sorulur; "Genel Yayın yönetmeni olarak kimi tavsiye edersiniz?" Durum gayet demokratiktir. Patron "mutlu son" istemekte, en baş patron da yolunu göstermektedir. Demokrasimiz teneke, çare Emenike'dir. Gerisi laf-ı güzaftır.

Tramvaydı, tenekeydi derken ruhum karardı. Bu kâbusu sona erdirecek bir hayale, ruhumun morluklarına iyi gelecek bir merheme ihtiyacım var. Bütün haksızlıkları, duyarsızlıkları unutturacak, ahlâk ve adalet var dedirtecek bir şeye...  Küçük bir mutluluk, safça bir umut! Renan Bilek'in de söylediği gibi; travmalar arası küçük mutluluklardır bu topraklarda yaşam.



12 Şubat 2014 Çarşamba

DON QUIJOTE DER Kİ


(400, yazıyla dört yüz küsur yıl önce)

"... Bak Sancho, eğer yaşamını iyi ahlak üzerine kurmaya çalışırsan ve fazilet yolundan ayrılmazsan, valiliklerde de, krallıklarda da gözün olmaz; çünkü soy sop babadan oğula geçer, ama fazilet insanın kendi çabasıyla elde ettiği bir şeydir ve soy sop yoluyla geçen bütün üstünlüklere bedeldir."
"... Sakın keyfi yönetmeye kalkışma; kendini kurnaz sanan bilgisizlerin işidir bu.
... Varlıklı insanların ağlamalarına sızlanmalarına da, yoksulların gözyaşları kadar ilgi göster ve acı. Ama ikisine karşı da adaletli ol.
... Varlıklının vaatleri ve hediyeleriyle yoksulun ağlamaları ve bitmez tükenmez asılmaları arasında doğru yolu bulmaya gayret ve iyi niyet içinde ol...
... Günün birinde düşmanlarından birini yargılaman gerekirse, yüreğinden kin duygularını at, Yalnız olaylara göre hareket et..."

1 Şubat 2014 Cumartesi

BİR TAVUK-YUMURTA HİKAYESİ (veya yumurta-tavuk)

Joseph Pulitzer;
"Ahlâki değerlerden yoksun, çıkar peşinde, demagog bir basın, zaman içinde kendi gibi bir halk yaratır..."
demiş. Der ya, Pulitzer amca lâfa orta yerinden girmiş, direkt sonuca bağlamış. Peki bu basın nereden çıktı? Gene aynı halkın içinden çıktı. Buna "önceki" diyelim. Sonraki halkın öncekinden farkı, ahlâklarının henüz sınanmamış olmasıydı. Örnek olarak fırıncıları alalım. Birisi "önce ekmekler bozuldu" derse, fırıncı dahil herkes önce ekmeğe bakar. Fakat esas bozuk olan fırıncıdır. Ekmek fırıncının sınavıdır. Fırıncı veya basın, her kimse, kimlerdense, sapkınlığın ortak paydası ahlâk yoksunluğudur. "Biraz" ahlâksız diye bir şey olmaz. Ahlâk söz konusu olunca ya vardır, ya yoktur. Ortası yoktur. Batısı ve doğusu, kuzeyi güneyi, az gelişmişi, çok gelişmişi de olmaz. Bir belge veya pasaport taşımaz. Ahlâk denen şey, vatansız ve milliyetsizdir.

Pulitzer bir kâhin değildi. Söylediği cümle en iyi tanıdığı insanlar hakkındaydı ve evrenseldi. Her hangi bir zamanda, her hangi bir ülke için gerçek olabilirdi. Ve oldu. Gün geldi, gerçek bizi buldu. Ahlâki değerlerden yoksun, çıkar peşinde, demagog basın, kendi gibi bir halk yarattı. Sonra çok geçmedi, o halk kendi ustasını, usta yandaşını, yandaş medyasını, medya kendi gibi bir halkı, halk hocasını, hoca sermayeyi, sermaye paralelini, paralel cemaatini, cemaat mektebini, mektep vekilini, vekil bankasını, banka hırsızını, hırsız kılıfını, kılıf kutusunu, kutu bakanını, bakan çocuğunu, çocuk gemisini, gemi yolcusunu, yolcu yolsuzunu, yolsuz halkını, halk ustasını, usta yandaşını, yandaş medyasını vs. vs..............................

Ülkemin halkı ahlâk sınavından "F" aldı, çaktı. Ben bu gerçekliğin tanığıyım.

Pulitzer söylemişti...