1 Şubat 2014 Cumartesi

BİR TAVUK-YUMURTA HİKAYESİ (veya yumurta-tavuk)

Joseph Pulitzer;
"Ahlâki değerlerden yoksun, çıkar peşinde, demagog bir basın, zaman içinde kendi gibi bir halk yaratır..."
demiş. Der ya, Pulitzer amca lâfa orta yerinden girmiş, direkt sonuca bağlamış. Peki bu basın nereden çıktı? Gene aynı halkın içinden çıktı. Buna "önceki" diyelim. Sonraki halkın öncekinden farkı, ahlâklarının henüz sınanmamış olmasıydı. Örnek olarak fırıncıları alalım. Birisi "önce ekmekler bozuldu" derse, fırıncı dahil herkes önce ekmeğe bakar. Fakat esas bozuk olan fırıncıdır. Ekmek fırıncının sınavıdır. Fırıncı veya basın, her kimse, kimlerdense, sapkınlığın ortak paydası ahlâk yoksunluğudur. "Biraz" ahlâksız diye bir şey olmaz. Ahlâk söz konusu olunca ya vardır, ya yoktur. Ortası yoktur. Batısı ve doğusu, kuzeyi güneyi, az gelişmişi, çok gelişmişi de olmaz. Bir belge veya pasaport taşımaz. Ahlâk denen şey, vatansız ve milliyetsizdir.

Pulitzer bir kâhin değildi. Söylediği cümle en iyi tanıdığı insanlar hakkındaydı ve evrenseldi. Her hangi bir zamanda, her hangi bir ülke için gerçek olabilirdi. Ve oldu. Gün geldi, gerçek bizi buldu. Ahlâki değerlerden yoksun, çıkar peşinde, demagog basın, kendi gibi bir halk yarattı. Sonra çok geçmedi, o halk kendi ustasını, usta yandaşını, yandaş medyasını, medya kendi gibi bir halkı, halk hocasını, hoca sermayeyi, sermaye paralelini, paralel cemaatini, cemaat mektebini, mektep vekilini, vekil bankasını, banka hırsızını, hırsız kılıfını, kılıf kutusunu, kutu bakanını, bakan çocuğunu, çocuk gemisini, gemi yolcusunu, yolcu yolsuzunu, yolsuz halkını, halk ustasını, usta yandaşını, yandaş medyasını vs. vs..............................

Ülkemin halkı ahlâk sınavından "F" aldı, çaktı. Ben bu gerçekliğin tanığıyım.

Pulitzer söylemişti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder