Kan gölü ortasında, sayfaları yarı beline kadar kana bulanmış bir dergi; Charlie Hebdo! Arjantinli çizer Bernardo Erlich, çizimindeki mizahın anlaşılmayacağı endişesiyle, üzerine açıklamasını da eklemiş;
Dünya o kadar ciddileşti ki mizah riskli bir iş haline geldi.
O kadar ciddi ki dünyanın tüm “yazısız”
karikatürleri şaibe altında. Değil çizgiler, sözler, duruşlar ve en somut gerçekler
bile “anlam”
kaosuna sürüklenmeye aday. Cin fikirli insanlar
pusuda bekliyor. Siyasal ve parasal hırslar insana her şeyi yaptırabilir.
Dini emelleri hiç saymıyorum, Allah korusun (!)... Örneğin
bir karikatür Tomahawk füzesinden daha tehlikeli görülebilir
veya gerektiğinde, sembolizme karşı bir dergi birbirinden tamamen farklı
düşüncelere
sembol olabilir. 2015 Ocak ayındaki “Charlie
Hebdo” olayında bunların hepsini birden yaşadık.
Dresden ve Paris’teki protesto yürüyüşlerinde başrolde yine Şarliler
vardı. Dresden’de sırf inançları yüzünden Müslümanlar hedefteyken, Paris’te
insanlar düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde “canlı kalkan” olmuşlardı.
İki
grubun sembolü de Haftalık Şarli dergisiydi. Bu ikilemi en önce
Charlie Hebdo’nun (yaşayan) çizerleri fark etti; Willem “nasıl
bu tuzağa düştük?”
diye yakınırken, Luz; “Bize şu
anda atfedilen sembol, aslında
Charlie’nin başından beri savaştığı her şeydir” diyordu. Onlar prensipte tüm
dogmalara karşıydı. “Notre
Dame” Kilisesi çanlarının şereflerine çalmasını
gülünç
buluyorlar ve bunu ancak “Zangoçluğunu FEMEN grubu yapacaksa” kabul edebileceklerini söylüyorlardı.
İstemleri
dışında
düştükleri
durumdan şaşkındılar…
Paris’teki başka bir şaşkın kişi de “güzel ve yalnız” bir ülkeden gelmişti. Ne
Hollande onun, ne de o kendisinin bu kalabalıkta neden bulunduğunu uzun süre
anlamadı. Gülen surat maskesiyle “fotoğrafın içinde yer alma” misyonunu yerine getirdi. Katıldığı
kortejin düşünce özgürlüğü ve laiklik ile ilgisini ise ancak döndükten
sonra anladı. Anladı,
fakat onu da yanlış anladı. Paris’ten aklında kalan tek şeyi, 12 rakamını
alıp, üzerinde fanteziler üretti.
Anlayamadığı şey, on iki milyon Müslüman
öldüğünde
neden bunca siyasi liderin bir tepki göstermediğiydi. Çünkü Paris’ten diğer şehirlere ve ülkelere yayılan
tepkinin yukarıdan aşağıya yayılan bir hareket olduğu
fikrindeydi. Bütün Türkiye’de yapılan Cumhuriyet yürüyüşlerini
de aynı nedenle anlamamıştı. Onun zihinsel sistematiğine
göre
bir yürüyüş yapılacaksa onu da kendileri yapardı.
Büyük
Usta’nın öğretisi bu şekildeydi ve
kendisi sadece bir çekirgeydi.
Halbuki İsveç’teki cami kapısına
çiçek
bırakıp,
duvarlarına kalp işaretleri çizenler,
Berlin ve Köln’de İslam karşıtı PEGİDA’ya karşı yürüyenler ve Paris’teki milyonlar
her hangi bir hiyerarşik yönlendirmeyle ortaya dökülmemişlerdi.
Onlar, demokratik haklarını silahların namlusunda gören, onları
koruyacak tek ve gerçek gücün laiklik olduğunun
bilincinde, örgütsüz ve basit, normal şartlarda
fark edilmeden yaşayan insanlardı. Aralarındaki tek bağ, birlikte yaşama
isteği olan sıradan insanlar. Buna kısaca
“halk” diyoruz. Her daim mütebessim
çekirgenin Paris’te görüp anlam veremediği şey;
Halkın ve demokratik bir yönetimin özgürlüklere sahip çıkma
refleksiydi.
Olayı bir de Can Yücel ağzıyla
tercüme edelim, kısa ve öz:
Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş,
Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş...
Oysa dünya, halkların omzu üstünde durur
Kıpırdasın da gör!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder