Hacettepe
Üniversitesi Rektörü elektrikli bir otomobil geliştirdiklerini ve Teknokent
ortaklığı ile üretip pazarlayacaklarını açıkladı. Memlekete hayırlı uğurlu
olsun! İlk duyulduğunda hoş bir şeymiş gibi geliyor. "Yapmış adamlar"
gibi bir his! Emeği geçen herkesi kutluyorum. Başka üniversitelerin yaptığı,
güneş pilleriyle çalışan araba örnekleri de vardı. Çeşitli ülkelerde bu tarz
yenilikleri geliştirecek, buluşları teşvik edecek yarışmalar düzenleniyor. Amaç
daima en doğru yolla en iyisini yapmak. Buralarda kendisini kanıtlayan özgün
buluşlar sanayiciler tarafından da izleniyor ve ilgi çekenler ekonomiye
kazandırılıyor. Üniversitelerin farklılıkları ise aldıkları patent sayılarıyla
belirleniyor.
Özet
olarak, yaratıcı veya imalatçı, herkes neyin orijinal ve özgün, neyin derleme
olduğunu biliyor. Hiçbir üniversite yaptığı işi abartmıyor. Her yeniliğin
geçici olduğunun farkındalar. Çünkü bilimin bir aşama değil, süreç olduğunu
biliyorlar. Tıpkı uygarlık gibi. Abartılı övgülere de ihtiyaçları yok. Onların
yarışı kendi aralarında! Başardıkları zaman duydukları tarif olunmaz hazzın
farkındayım. Ayrıca, yaptıkları işle kimseye yaranmaya da çalışmıyorlar.
Benim
yadırgadığım, Hacettepe’li genç bilim insanlarının emekleriyle ortaya çıkan
eserin sayın Rektör tarafından fazlaca bir tüccar edasıyla açıklanma şekli;
"Son derece dengeli bir araba. ben de kullandım. Bir yarış arabası
dengesinde diyebiliriz. Ciddi sürat yapıyor..." Muhtemelen espri
yapmıştır. İkinci el pazarında bile böyle satış olmaz. “Tamamına yakını Türk ürünüdür” diye devam etmiş. “Tamamına yakın” olma hesabını ben
anlamadım. Bana AR-GE çalışmasından ziyade, AL-SAT hamlesi gibi geldi. Anlayan
birisi; “…piyasaya tutunmuş Türk yapımı otomobil motoru şanzımanı, diferansiyeli
söyle alnından öpeyim” şeklinde yorum yapmış. Ben anlamam. O ustanın
yalancısıyım!
Dedi-koduyu bırakıp konuya dönelim; Böylece milli ilaç hamlesinden
sonra soğuyan havayı yeniden ısıtacak”milli
araba” vurgusu yapılarak bir yerlere gerekli mesajlar verilmiş olmuş. Bir nevi “Emret
Bakanım!” durumu.. Burada “Bakan”
joker! Yerine istediğiniz kelimeyi koyabilirsiniz. Albayım, Erbakanım,
Boşbakanım gibi…
Bu
satırları yapılan çalışmayı küçümsemek için yazmıyorum. Hacettepe Üniversitesi benim
de yetiştiğim ve kariyerimin önemli bölümünü geçirdiğim bir bilim yuvası. Fakat
bu, bazı şeyleri görmezden gelmeme yol açmıyor. Ülkemin eğitim yuvaları
frenleri boşalmış yokuş aşağı kayarken, birçok üniversitede temel bilim
bölümleri “öğrenci yokluğu” bahane
edilerek kapatılırken, bu “milli” hamle zihnimi fazlasıyla
kurcalıyor. Mutlu olamıyorum. Kafamda olur-olmaz, bir sürü soru dolaşıyor. Konunun ayrıntıları ortaya çıkınca bu
soruların da cevaplarını bulmayı umuyorum;
- Elektrikli otomobillerin ileride ne gibi sorunlara gebe olacağını hiç kimse açıklamıyor. Örneğin aküleri kullanılmaz hale gelince ne olacak? Nükleer atıklar gibi elimizde mi patlayacak?
- Montreal'de alüminyum-hava pilli araba ile 1600 km menzilden bahsediliyor. Öyle anlaşılıyor ki üreticiler araba yapmaktan çok, batarya üzerine yoğunlaşmışlar. “Tesla Motor” şirketi yeni nesil bir akü için 5 milyar dolarlık yatırım yapıyor. NASA güneş enerjisini mikrodalgaya çevirerek çalışan bir motordan bahsediyor. Hidrojen pilleri, bor filan, onlar ne oldu, haber var mı?
- Halen araçlarda kullanılan akülere şöyle bir baktım. En
yaygın kullanılan "LiFePO4" bataryalar dahil, içeriklerinde
"Doğal dengeye etkisi azdır..." şeklinde notlar görüyorum. Bu ne
demek? Biz bardağın hangi tarafındayız? Dolu mu, yoksa boş tarafında mı?
"Temiz Enerji" diye lanse edilen bu teknoloji yeni bir yalan
mı?
- Üniversite otomobil yapıp satmak yerine doğru dürüst "akü" yapmak için araştırma yapsa daha iyi olmaz mı? Ya da daha güvenilir ve atık sorunu olmayan (veya daha az olan) bir enerji kaynağı bulmaya çalışsa? Ya da ne bileyim (aklıma gelenleri sıralıyorum); Kaymayan lastik, sağlıklı bir klima sistemi, kendi kendini temizleyen filtreler vs üzerine çalışsalar... Örneğin araçlardaki klimalarda kullanılan gazların çevreye hiç mi zararı olmuyor?
- Araba ön panosunun,
koltukların ve içerisi güzel koksun diye kullanılan koku vericilerin benzen
ürettiklerini duymuştum. Arabaya ilk binildiğinde hissedilen kokunun bir
kısmı bu gazdanmış. Hava sıcaklığı arttıkça ortamdaki gaz oranı makul
seviyelerin 40 katına kadar çıkıyormuş. “Makul” nedir, herkes bildiğine
göre, şüphe etmemeniz gereken şey; bu gazların kanserojen olduğudur! Hacettepe
Üniversitesi'ne yakışan bu gibi görünmeyen dertlere deva aramaktır, “arabanızı havalandırıp sonra binin”
demek değil! O kısmı vatandaş olarak biz yaparız. Siz yeni bir sentetik
madde, zararsız bir plastik bulun, icabında darbe emici, kokusuz ve de zararsız!
Küçük ve önemsiz gelebilir, para kazandırmayabilir, ama faydası daha çok insana
ulaşmaz mı?
- Spor ve
makam otomobilleri de yapılacakmış. Otomobil yapıp (!) satmak gibi
tüketime yönelik bir hedef koymak ne kadar doğru? Bir Üniversitenin asli
görevi bu mu? Tüketirken koruyabilmenin, atıkları azaltmanın, yeniden kullanmanın
yolları araştırılsa daha iyi olmaz mı?
Belki (umut
ediyorum ki), bir yandan da bu işler yürüyordur, kim bilir? Hacettepe'nin ve
diğer üniversitelerin bilim insanları şu anda oturmuş kafa patlatıyorlardır.
Doğayı ve kendimizi yok etmeye çalıştığımızın farkına varmış bilim
insanları... Daha yaşanılır bir dünya için emek harcıyorlardır, Kim bilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder