5 Ocak 2014 Pazar

ŞEREF LİSTESİ


Aşağıdaki listeyi "listelist.com"dan aldım.

- Christian Friis Bach (Danimarka Dış Yardım Bakanı): Halka yanlış bilgi verdiği için...
- Seiichi Ota (Japonya Tarım Bakanı): Okullara ve huzur evlerine küflü pirinç gönderildiği için...
- Yoşio Haşiro (Japon Ekonomi Bakanı): Nükleer Santral mağduru Fukuşima'ya "Ölüm Kenti" dediği için....
- Jerome Cahuzac (Fransa Bütçe Bakanı): Vergi kaçırma suçundan soruşturma açılınca....
- Giulio Terzi (İtalya Dışişleri Bakanı): İki deniz piyadesi yargılanmak için Hindistan'a gönderildi diye...
- Maria Borelius (Danimarka Ulaştırma Bakanı): Evinde çalışan dadıyı yetkili makamlara bildirmediği için..
- Annette Schavan (Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanı): Doktora tezinde intihal yaptığı için...
- Vitor Gaspar (Portekiz Maliye Bakanı): Ekonomik krizi yönetememesi nedeniyle...
- Avigdor Lieberman (İsrail Dışişleri Bakanı): Hakkında yolsuzluk davası açıldığı için...
- Morten Bödskov (Danimarka Adalet Bakanı): Parlamentoya yanlış bilgi verdiği için...
- Jin Jong (Güney Kore Sağlık ve Refah Bakanı): Yaşlılık maaşı sözünü yerine getiremediği için...
- Rashad al-Mateeni ( Mısır Ulaştırma Bakanı): Bir tren kazası nedeniyle...
- Salem Labiadh (Tunus Eğitim Bakanı): Hükümet üzerinde operasyon ve baskı olduğu için...
- Minoru Yanagida (Japonya Adalet Bakanı): Tekrarlayan gaflar yaptığı için...

Listelist'ten aldığım listeyi buraya yazarken bir haber de Uruguay'dan geldi. Bu gidişle liste uzayıp gidecek.

Fernando Lorenzo (Uruguay Ekonomi Bakanı): Devlet hava yollarının satış ihalesinde adı rüşvet iddialarına karıştığı için...

Ve de Naoki İnose, kendisi Tokyo Valisi olur (du); özel bir hastaneden 50 milyon Yen rüşvet aldığı için, "bu belli ki benim erdem eksikliğimden kaynaklanmaktadır" diyerek İSTİFA ETTİ...

Uruguay'lı bakan da, mahkemenin önüne bakan olarak değil de sıradan bir vatandaş gibi çıkmak için istifa ettiğini söylemiş. Hayırlısı olsun!

MEMLEKETİMİN MİLLETİ, MİLLETİN VEKİLLERİ

Bir de bizimkilere bakalım; 2010 yılında yazdığım "Demokrasinin Engelleri" başlıklı yazımın "Dokunulmazlık" kısmında meclisteki vekillerimizin mahkemelik oldukları suçları sıralamıştım. 2010 yılında bu dosyaların sayısı 634'tü. Hakaret, terör, havaya silahla ateş etmek, çeşitli kanunlara muhalefet, tehdit, tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamak, ölüme sebebiyet vermek gibi suçları saymasak bile, vekillerimizin performans skoru oldukça yüksek. Meclis kayıtlarından kopyaladığım suçlamaları özetleyeyim:


"Görevi kötüye kullanmak, taksirle ölüme sebebiyet vermek, gerçeğe aykırı mal beyanında bulunmak, ihaleye fesat karıştırmak, zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, kooperatiflere usulsüz arsa tahsis etmek, özel evrakta sahtecilik, evrakta sahtekarlık ve kamu kurumunu dolandırmak, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, dolandırıcılık, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak..."


Bu suçları işlemiş olsalar da olmasalar da önemli olan, hiç bir vekilin "önce aklanayım, sonra meclise gireyim" diye düşünmemesi. Bunun bir başka anlamı da suçlandıkları olayları önemsiz sayıp içlerine sindirebilmeleri. Ahlaklı bir insanın uykularını kaçıracak suçlamaları yokmuş gibi farz etmeleri, mağdur olan kurumları veya kişileri kolaylıkla göz ardı etmeleri, umursamamaları...

Bu listeyi gösterip, dokunulmazlık kalkanının ardına sığınan vekiller ve onların iş birlikçisi bürokratlar için ağıt yakacak değilim. Sıfatları ne olursa olsun, beni, bizi ve demokrasiyi temsil ettiklerini düşünmüyorum. Bizi derken de aramızdaki taklitlerini ve erdem yoksunu insanları hariç tutuyorum

ERDEM

Aramızdaki fırsatçı, düzenbaz ve kötü ahlâklı kişilerde bulunmayan bir şeyi tanımlarken kullandığım "erdem" kelimesi ve Tokyo valisinin hatasını itiraf ederken aynı kelimeyi seçmesi, erdem konusuna takılmama yol açtı. Acaba dedim, ana sorun bir "erdem" sorunu mu? Erdemin içeriğinde ne var ki, eksikliğinde bir vali, yani bir ilde devleti temsil eden en yetkili yönetici, görevini yapamayacağını hissediyor? Kısa bir ara verip "erdem" konusuna açıklık getirelim. 

Erdem, içinde bilgelik, doğruluk, ölçülülük, iyi olma ve alçak gönüllülük bulunan bir kavram. İstencin ahlaksal iyiye yönelmesi. Daha açık olarak; İnsanın tasarımları ve görüşleri üzerinde bilinçli olarak düşünerek, seçerek ve tavır alarak "ahlaksal iyiye" yönelmesi demek oluyor...

Bu tanımı kendim uydurmadım. Büyük Türkçe sözlükten alıntı yaptım. Erdem, özünde bir ahlak konusudur ve ahlakın doğuştan mı olduğu, yoksa sonradan mı edinildiği yüzyıllardır tartışılmaktadır. Bir kısım filozof da cevabı yüzdelerde aramaktadır. Ben konuyu dağıtmadan, sözlük anlamı üzerinden bakacağım. Buradaki anahtar kelime "bilinç", yardımcıları; düşünme, seçme ve tavır alma. Kısacası korkuyla, kazara veya rastgele değil, bilinçli olarak doğru, iyi, ölçülü ve alçak gönüllü olmak, seçimlerini ahlaktan yana yapmak. Bilgelik için de bunlardan biraz daha fazlası lazım. Bilgelik çıraklıktan ustalığa geçiş gibi...

MİLLETİN VEKİLİ VE ERDEM SORUNU

Memleketimizde milletvekili seçilebilmek için en önemli şart bunun için harcayacak parası olmaktır. Fakat bir kere seçilince sağlanan çıkar ve kazanımlar (!) bu parayı gözden çıkarmaya değmektedir... 

Milletvekili seçimi kanuna bakalım. Öncelikle yaşını başını almış olmak gerekiyor. 30 yaş sınırının nereden çıktığını bilmiyorum. Bildiğim, ilkokul mezunu olmanın yeterli olduğu. Ama her nedense o milletvekilinin şoförü olmak için en az lise diploması isteniyor. Bir de yüz kızartıcı suç kavramı var. Yukarıda sıraladığım suçlardan yüzünüz kızarmıyorsa sorun yok. Ayrıca taksirli olmayan suçlardan bir yılı geçmeyen ceza almışsanız dert etmeyin, vekil seçilebilirsiniz. Burada suçun sonucunun öngörülememesi gibi tuhaf bir kavram var. Kısacası, kaytarmanın hukukçası. Listedeki son madde ise "kısıtlı olmamak". Bunun ne anlama geldiğini bilen varsa beri gelsin. Ben bilmiyorum.

Devam edelim:  Basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma... Bunlar erdem sorunuyla ilgili. Bilerek veya bilmeyerek bu gruba girenler milletvekili seçilemiyor.

Şimdi bir kaç paragraf geriye dönün ve bazı milletvekili için raflarda bekleyen dosyalardaki suçlamalara tekrar bakın... Bunlar bir önceki paragrafta yazdığım seçilme şartlarıyla örtüşmüyor mu? Bu vatandaşlar (suçları kesinleşmemiş olsa bile), aklanmadan meclise girmiş olmayı nasıl sindiriyorlar? Başka bir deyişle, nasıl bir işkembedir ki bu, her şeyi sindiriyor?


ERDEMLİ OLMANIN GEREKLİLİĞİ

Belçikalı karikatürist Morris tarafından yaratılan "Red Kit" karakterini bilirsiniz. Eski devlet adamlarımızdan birisinin de başucu kitabıydı. İşte o kitaplardan, her taraf günlük güneşlikken, başının üstünde yağmur bulutuyla dolaşan tipler hatırlıyorum. Nereye gitseler, ufacık bir bulut, onlarla birlikte giderdi. Bizim meclisteki bazı karakterlerin tepesinde de şüphe bulutları var. Farklı olarak, orada altındaki kişinin içini karartan bulut, burada bizim içimizi karartıyor. Adamlar bu şüphe bulutlarının altında dolaşmaktan beis duymuyor. Üstelik, mecliste oturup, gamsız bir şekilde yasama görevlerini sürdürüyorlar. Çoğunluğun iktidar partisinde olduğunu düşünürseniz işin vahameti daha da artıyor. Biliyorlar ki içeride onları koruyan kanunlar var. Biliyorlar, çünkü o kanunları kendileri yaptılar. Bilmedikleri bulutların dışarıda onları beklediği...

Soruna gene erdem penceresinden bakacak olursak; "bilinçli düşünerek, seçerek ve tavır alarak ahlaksal iyiye yönelmesi" gereken vekillerimiz, bilinçli olarak kötüyü tercih ediyorlar. Dava dosyalarındaki suçlamaları esas alarak tercüme edersek; kanunları bir yerde hiçe sayan, görevlerini kötüye kullanan, hakaret ve tehdidi alışkanlık edinen, doğru dürüst ihale yapamayan, sahtecilik, dolandırıcılık, zimmet, kalpazanlık, çeşitli usulsüzlükler, adam yaralama, öldürme gibi suçlardan henüz aklanmamış vekillerimiz demokrasimizi temsil ediyor ve bizim yaşamımızı düzene sokacak, çocuklarımızın geleceğini etkileyecek kanunların yapımında rol oynuyorlar!

Bunlar sadece 17 Aralık 2013 tarihine kadar olanlardı. Bu makalenin temelini teşkil eden "politik erdem" konusunu bir ay önce yazmaya başlamıştım. Aldığım örnekler biraz içeriden, biraz dışarıdandı. Fakat 17 aralık sabahı Türkiye'de bir şey oldu! Huzur ve sükuna hasret, kâbuslu uykulara mahkum, yalnız ve güzel ülkem, yeni bir krizle uyandı. Önceki şüphelere yenileri eklendi. Üstelik bunlar hükümet üyelerine, bakanlara ve yakınlarına dair şüpheler. Yani yürütme erkleri de işin içindeler. Pişkin bir şekilde "biz yapmadık, çocuklar yapmış, ne bilelim!" diyemezler.

Fakat dediler. Bir kısmı böyle dedi, bir kısmı tuhaf bahaneler üretti, ortalık alt üst oldu. Toplum farklı refleksler beklerken, anti-refleksler gelişti. Hemen istifa etmesi gerekenler, en azından beklenenler, süratle temizliğe giriştiler. Temizlik dediğim, bütün kiri, pisi halının altına süpürdüler. Operasyonu yönetenler, savcılar, polis müdürleri, istihbarat şefleri görevden alındı. Görev değişikliklerinden sonra, her nasılsa (!) şüpheliler serbest kaldı, Operasyonu temize havale eden operasyon tamamlanınca, şerefli bir iş yapıyormuş gibi pozlarda, adı geçen bakanlar istifalarını verdiler. İstifa şekli filan da her hatırladığımda midemi bulandırdığından daha fazlasını yazmayacağım. Sadece yukarıdaki şeref listesine hiç bir zaman giremeyeceklerini söyleyebilirim.

CUMHURİYET VE ERDEM

İşte tam da bu noktada erdemli olmanın gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu yeni bir şey değil. Eskiden beri konuşulan, yazılan bir konu. Erdem sorunu sürdükçe de bitmeyecek. Kendi tarihimizde bile bu sorunun köklerine erişmek mümkün. Tanzimat yazarı ve devlet adamı Ziya Paşa 1870 yılında, Osmanlı'da birinci meşrutiyet dahi ilan edilmeden önce, şahsa bağlı yönetimleri ve basını eleştirmiş:

"...Himaye ettiklerinden biri suçlu olsa kanunun pençesinden kurtarır, mahkemede haksız bir işi olsa haklı çıkartır, düşmanlık ettiği bir adamı asla suçu yokken hapsedip sürer, geçim yolunu ortadan kaldırır, sefalet çektirir. Şahıslara bağlı hükümetlerde gazeteciler işbaşındaki büyüklerin dalkavukluğuyla geçinirler. Hükümet bir fena işte bulunsa da gene övgülerini göklere çıkartırlar. Yapılan fenalığı iyilik gibi göstermeye çalışırlar. Zira asıl maksatları vatana ve millete hizmet olmayıp para kazanmaktır..."

Yazdıklarımı Sayın Alpay Kabaklı'nın "Türk basınında Demokrasi" kitabından aldım. Cumhuriyeti erdemle özdeşleştiren makalenin başlığı "İdare-i Cumhuriyye ve Hükümet-i Şahsiyye!! Ziya Paşa kurtuluşu cumhuriyette görmüş. Temelinde "erdem" olan bir yönetimin hayaliyle, vekillerin de "erdemli" olduğunu veya olacağını varsayarak, bugünden habersiz devam etmiş:

Cumhuriyet idaresinde padişah, imparator, sadrazam yoktur. Memleketin padişahı, imparatoru, kralı memleketin ahalisidir... Cumhuriyet idaresinden gazeteciler hükümeti koltuklamaya borçlu olmayıp kanun hükmü çerçevesinde her türlü tarizi (eleştiriyi) yazmaya yetkilidirler... Meclis üyelerinin hiçbirinde memuriyet üzerinden zengin olmak, para kazanmak kusuru olamaz. Cumhuriyet idaresinde bakanların entrikaları asla yürüyemez.”

Ziya Paşa'nın, Mustafa Kemal Atatürk'ün ve Cumhuriyetimizin kuruluşunda emeği geçen tüm insanların kemiklerindeki sızıyı hisseder gibiyim. Suç tabii ki cumhuriyetin suçu değil. Suç insanların. Çıkarcı, demagog ve erdemsiz vekillerin, halkın temsil hakkını gasp eden yasa yapıcıların, adaletsiz yasamanın, vekillerini seçerken hangi kriterlere göre seçim yapacağını bilmeyenlerin veya yanlış kriterlere göre seçim yapanların. Hele de erdem ve bilgiye hiç değer vermeyenlerin.

Ziya Paşa ile başladık, Ziya Paşa ile bitirelim. İyi veya kötü, artık lafı ne tarafa çekerseniz!...
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder