26 Aralık 2012 Çarşamba

KAMBOÇYA

Pol Pot öldü, Yaşasın Angelina Jolie!

Ancelina Coli de nereden çıktı demeyin. Kamboçya'da her taşın altından Ancelina çıkıyor. Tuktuka biniyorsunuz Ancelina, yemeğe gidiyorsunuz Ancelina, kokteyl istiyorsunuz Ancelina, yetimhanede Ancelina, tapınakta Ancelina... Pardon, tapınakta Ancelina, 9 mm "Twin Colt" kuşanıp Lara Croft oluyor. Angkor bölgesinde "Şimdi nereye gidelim" sorusunun cevabı tüm tuktuk sürücüleri için aynı: Tomb Raider! Ancelina konusuna tekrar döneceğimizi, daha önce yazdığım Vietnam bahsinde hafifçe çıtlatmıştım, Vietnam savaşının bitişi ve Ancelina'nın doğuşu diye; Yıl 1975! Şimdi 30 Ekim 2012...

Kamboçya'dayız ve Ancelina efsanesinin tam ortasındayız. Ancelina şimdi 37 yaşında, Kamboçya'lı, Etiopya'lı, Vietnam'lı üç evlatlık ve birisi Namibia doğumlu, son ikisi ikiz 6 çocuk annesi, ABD ve Kamboçya vatandaşı, Saraybosna fahri hemşehrisi, kısacası tam bir dünya vatandaşı! Beni şaşırtan şeylerden birincisi, Etiyopyalı 6 aylık Zahara'yı AIDS olduğunu bile bile evlatlık almasıydı. Gerçi daha sonra AIDS ile ilgisi olmadığı anlaşılıyor, ama olsun, niyet önemli...
İkinci "şey" de, bu çocukların fotoğraflarını çekebilmek için, gazeteci milletinin Jolie-Pitt ailesine 15-20 milyon dolar civarında para ödemiş olmaları!

Kamboçya gibi bir ülkenin Ancelina ile anılması, Pol Pot ile anılmasından her zaman daha iyidir. Adam ülkenin adını "Kampuchea Halk Cumhuriyeti" koyup, köylü iktidarı yaratmak uğruna aynı halktan üç milyon kişiyi ölüm tarlalarına gömmüş. "Ölüm tarlaları, The Killing fields" yerine "Tomb Raider" her zaman tercihim olur. Bu tercihimin bir sebebi Pol Pot'un eğitimlilere ve gözlüklülere fena halde takmış olması ise de, diğer sebebi Lara Croft'un dar taytıdır.



Kamboçya



Esasında buna Kamboçya gezisi demek pek doğru olmaz. Hanoi'den uçağa binip Siem Reap'a geldik, iki gün kaldık, Angkor ve bir saat mesafede bir "yüzer köy" gördük. Bangkok uçağına bindik ve ayrıldık. Buna Siem Reap, veya kısaca "Angkor" gezisi diyelim.

Zeynep'in hazırladığı programa devam ediyoruz:

30 Ekim Salı Hanoi'den Cambodia / Siem Reap, 17.10-18.50 (1 saat), Vietnam Airlines, 1207 dolar The Siem Reap Hostel, 24 dolar "private" (benim Jale'yle kalacağım oda) + 6 dolar "dorm", Zeynep ve Ayşe'nin 4 yabancı kız ile birlikte kalacakları oda = 60 dolar, 4 kişi, 2 gece. http://www.thesiemreaphostel.com/ 
Ücretsiz hava alanı servisi

31 Ekim Çarşamba Cambodia / Siem Reap, Angkor Wat gezisi, konaklama Siem Reap Hostel

1 Kasım Perşembe Cambodia / Siem Reap'tan Bangkok, 19.45-20.40 (55 dak.), Bangkok Airways, 868 dolar. 1 Amerikan Doları = 3931 Cambodien Riel, piyasa da 4000 - 4100 arasında işlem görüyor.
Bu sonuncu cümle külliyen yanlış. Ortalıkta Riel yok, dolayısıyla işlem filan da yok. Sadece Amerikan doları var. Riel nasıl bir şeydir, görün diye fotoğrafını koydum.

Siem Reap
Siem Reap, Büyük Göl'ün (Tonle Sap) hemen kuzeyinde, ortasından ırmak geçen, 174bin küsur nüfuslu ufak bir yerleşim yeri. Kenti ortalayan Sivutha Caddesi ve eski pazar alanının (Psar Chas) etrafında yer alan bir kaç kolonyal Fransız binası ve bolca turistik işletmeden ibaret. Hemen yakınında Angkor tapınakları olmasa uğramaya değmeyecek ufak ve kişiliksiz bir yer. İsmi kendisinden daha heybetli; Khmer dilinde "Siyamı dümdüz ettik, Siyamı yendik" gibi bir anlamı var. Siyam, bildiğiniz  Thai, Tay krallığı oluyor. Bir zamanlar kel kafalı Yul Brynner'ın 133 dakika krallık yaptığı Siyam... 
  
Uçaktan düzayak indik, yürüye yürüye hava alanı binasına girdik, kolayca çıktık. Biz vizelerimizi Türkiye'den internet yoluyla almıştık. Ayşe'nin vizesi de alandaki vize bankosunda doldurulan evraklarla oldukça kısa zamanda halloldu. Böylece vize için dört kişi, toplam 100 dolar harcamış olduk. Her şeyi sevmeye daha baştan hazırım ya, Kamboçya'yı da bu kolaylıklarıyla, daha girişinden itibaren sevdim, 10 numarayı verdim.

Hava alanında ilk dikkatimi çeken, sağda solda asılı afişlerde ve yönlendirici yazılarda alfabenin hiç tanımadığım şekillere dönüşmesiydi. Harfler yuvarlandı, eğildi, büküldü, hepsi birbirine benzeyen soyut şekillere büründü. Her biri bir harf olması muhtemel şekiller uzun sıralar halinde dizilmiş, hint dansı yapıyorlardı. Bilmediğim dillerdeki yazılardan bile anlamlar çıkarabilen ben, ilk defa çuvallıyordum. Çok da haksız değilim; Örneğin yandaki resimde Kamboçya kraliyet ailesinin resimlerinin altında Khmer alfabesi ile "Angor, Dünya Mirası, hoş geldiniz der" yazıyor! Harfleri geçtim, kaç kelime olduğu bile belli değil!


Otelden gönderilecek bir araç hava alanı çıkışında bizi bekleyecekti. Ortalıkta taksi veya minibüs benzeri bir şey göremeyince biraz kızar gibi olduk. "Shuttle" niyetine bir tuktuk göndermişler! Kızalım mı, şikayet mi edelim, bilemedik. Ama sürücüyü görünce gevşedik. Adam ufak tefek, matrak bir şeydi. Üstelik saati yanlış anlayıp 2 saat önce gelmiş. Hava alanının önünde, karanlık bir köşede kıvranıp duruyormuş. Hemen affettik. Tuktuk ise ayrı bir alemdi. Karşısına geçip şöyle bir baktık. Problem; dört kişi ve dört bavulun bir tuktuka nasıl sığacağıydı! Bereket versin çözümü önceden biliyorduk; yedi fil bir Volkswagen'e nasıl sığarsa öyle!  

Tuktukun vosvosa göre avantajı sağının solunun açık olmasıydı. Tabii arkası ve önü de... yağmur yağarsa? Yağınca görürüz. Şoförümüz kaskını taktı ve tıngır mıngır, 20 dakikada şehre geldik. Büyük oteller, bir nehir, sağda solda "kapalı pazar" işaretleri, barlar sokağı, eşyaları bırakıp buraya dönelim dedik, bir köprü geçtik, otele vardık. Kalacağımız otel 5 terlikli bir hostel! Hostelin girişindeki ışıklı tabela 5 yıldızlı otellere nanik yapıyordu!
Ayrılırken bizim küçük adamla ertesi sabah için randevulaştık. Gün ağarmadan yola düşmek lazım. Sabah 3:30'da bizi otelden alacak, Angkor'a götürecek, bütün gün emrimize amade olacak, 15 dolarımızı alacak. Tarife böyle! 20 dolar verirseniz o aldığınla, siz verdiğinizle kendinizi zengin hissedeceksiniz. Şoförümüze ısınmıştık bir kere, paramızı alacaksa o alsın dedik, el sıkıştık. Şoföre ısınmak ne demek anlatayım; şoför (chauffeur) kelimesi Fransızca'daki "chauffe" kökünden türediği için,"ateşçi, ısıtıcı" anlamına da kullanılıyormuş (muş!). Bunu yeni öğrendiğim için fırsat bu fırsat, satayım dedim. Adamımız ısınma faslını abartmayalım diye iyice tembihledi; sabah soğuk olur, aman sıkı giyinin... 

Eşyalarımızı odaya atıp dışarı çıktık. Zamane tabiriyle, Siem Reap gecelerine daldık. İstikamet barlar sokağı, ama önce, ille de çarşı-pazar turu! Eski pazardan Zeynep ile Ayşe birer süslü püslü at kuklası, ben de "nadire" kabinim için tahtadan oyulmuş bir "Gülen Buda" maskı aldım. Çarşıda Buda'dan bol bir şey yoktu, ama memlekete dönünce, hele de benim odaya girince "nadire" olur. 
Gezecek iki cadde, beş çarşı, dört sokak olunca herkes aynı anda aynı yerde toplanıyor. Ortalık turist kaynamakta. Sonuçta bu kent, şöyle veya böyle yılda iki milyon insanı kendine çeken bir yer. Evler  ufak olunca kendi halkı da devamlı sokakta oluyor. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı, düzü-eğrisi, gündüz işçisi - gece işçisi, herkes ortalıkta. İşlek bir köşede, fiyakalı bir bar-lokanta görüp, adını sevdik, ön sıralarda bir masa kaptık. Adı; The Red Piano. Bina yüz yaşlarında, Fransız kolonyal döneminden, kısacası işgalinden kalma, kırmızı piyano üst katta... Sloganı şöyle;  Eğer Angelina Jolie hayranıysanız, ve meşhur Ancelina kokteylini denemek isterseniz, buraya gidin!

Her masada üzerinde Ancelina yengemizin fotoğrafı olan, naylonla kaplı bir broşür duruyor. Resmi yanda. Yazılar kısmen de olsa nasıl bir yerde olduğumuza dair bilgi veriyor. Tercüme edelim; 

  • Restoranımız, batı standardındaki mutfağında hazırlanan taze malzeme kullanır. MSG kullanılmaz!
Bu MSG denen şey, hazır yiyeceklerin çoğunda aroma artırıcı olarak kullanılan Mono Sodyum Glutamat oluyor. Türkiye'de "Çin tuzu" olarak biliniyor. Sinir hücrelerine zarar veren, pankreası, böbrek ve karaciğeri etkileyen bir zehir. Dolayısıyla obezite, parkinson ve şeker hastalığına yol açabiliyor. Evet, resmen bir zehir. Tavuk ve et suyu tabletlerinde ve de cipslerde bolca mevcut. Herkese afiyet olsun. Benim broşürdeki nota bakış açım farklı. Deneyimli bir Türk vatandaşı olarak yukarıdaki cümleyi tersten okuyorum; Adamlar durup dururken neden MSG yok diyorlar? Var diyen mi oldu? Demek ki olmuş. Khmer Hıfzısıhha Enstitüsünü göreve çağırıyorum! Ateş olmayan yerde duman çıkmaz!
  • Tüm sebzeler arıtılmış suda temizlenir ve kullanılan bütün buzlar yine arıtılmış sudan yapılır. Gözlerim yaşardı! Huzur içinde ishal olabilirim!
  • Ödemeler lütfen SADECE NAKİT, ATM sokağın karşısında... İşaret ettikleri ATM'de Riel yok, dolayısıyla sadece nakit demek, sadece dolar demek oluyor. Kahrolsun Amerika, yaşasın Amerikan Doları!
  • Tomb Raider kokteylimizi deneyin. Angelina Jolie tarafından 2000'de başlatıldı! Her onuncu satış beleş, her beş yüzüncü satışta 100 dolar, artı bir tişört! 
Siz sevgili okurlarım için bu kokteyli araştırdım. Ancelina bana uğrarsa diye de bir umudum var. Kokteyl için iki farklı tarif buldum. Votka, Malibu, rum ve ananas suyu karıştırılır, bardağın kenarına bir şemsiye takılır, Ancelina'ya uzatılır. Veya Cointreau likör, misket limonu, soda karıştırılır, bardağın kenarına şemsiye takılır, Ancelina'ya uzatılır. Şemsiye kesin doğru (gibi)! Fakat ben, Ancelina'yı şemsiyeli bir bardakla hayal etmekte güçlük çekiyorum...

The Siem Reap Hostel

Hostelimiz "Wat Dam Nak" tapınağının hemen arkasında, 3 katlı bir binaydı. Fiyatları gayet ucuz, yeri güzel. Bizim kaldığımız oda epeyce genişti, fakat en ufak lüksü yoktu. Televizyon ve klima sadece şeklen vardı, vantilatör de bir işe yaramıyordu. Bereket versin geçen 4-5 günde iklime biraz olsun alışmıştık. Ayrıca sıcak, özellikle yağmur sonrası çok rahatsız etmiyordu. Otelin en iyi yeri giriş katı ve yemekleriydi. Her taraf, duvarlar, masalar oradan gelip geçenlerin bıraktığı notlar, tavsiye mektupları ve resimlerle doluydu. Hostelin esas müşterisi gençler, daha doğru bir deyimle "backpacker" denen sırt çantalı seyyahlar olduğu için bunu anlamak mümkün. Hostelin parolası "Sırtçantalı bütçesine otel lüksü"... Çoğunluk geceliği 3 dolara ranzalı 4-6 kişilik odalarda kalıyor. Böylece yörede daha uzun zaman geçirebiliyorlar. Ayrıca barında, langırt başında, havuzda , TV odasında, hiç biri olmazsa geniş bir masanın çevresinde oturup Angkor birası yudumlarken yeni arkadaşlar ediniyorlar. Bar ve yemek fiyatları buna uygun. Hostelin tanıtımlarında en cilalı kelime "luxurious", anahtar kelime "socialized"...

Hosteli uzun uzun yazmamın sebebi, bundan sonrasını "sırtçantalı" gezginlerin ağzından anlatmak istemem. Giriş katındaki orta masanın üzerinde bir klasör duruyordu. Açıp bakınca içinde hostelden gelip geçen gençlerin bıraktığı notları gördüm. El yazısıyla gelişi güzel yazılmış, sağına soluna krokiler, şekiller çizilmiş bir sürü kağıt. Bir arkadaşlarına; şuraya gittim, sen de git der gibi yazılmış notlar... Çoğu Yetim ve engelli çocukların rehabilitasyonu için emek veren kuruluşlar hakkında... Şöyle bir baktım ve Angkor'u sizlere onların anlatmasına karar verdim. Cep telefonumla her sayfanın fotoğrafını çektim. Loş ışıkta ve alelacele, çekebildiğim kadar. Şimdi o sayfaları tercüme edip, belli bir sıra izlemeden not defterime aktarıyorum. Bazı yerlerde şeytan dürttü, ana konuyu ve içeriği değiştirmeyen ilaveler yaptım. Oradan buradan notlar ekledim. Ama kesinlikle teferruata girmedim. Teferruat dediğim, yazacak olsam, benim de ancak ansiklopedi gibi değişik kaynaklara bakarak aktarabileceğim bilgiler. Bu gibi durumlarda her zaman söylediğim gibi; meraklısı açsın baksın... 

Sözü sırt çantalı gezginlere bırakıyorum. (Arka planı renkli olan satırlar onlara ait):

GREEN GECKO PROJECT
Yeşil Kertenkele Projesi
Tuktuk ile gidin. Sürücülerin hepsi biliyor. 15 dakika uzakta, 1 dolar. Gönüllülerin müthiş çalışmalarını görün. Eski sokak çocukları şimdi mutlu ve güvenli... Web sitesinde gerçek ve güncel ihtiyaç listesi var, okuyup gidin. Ziyaret sonunda gülücükler garanti :)
9:30 - 10:30 pazartesi - cuma 
2004 yılında Avustralya'lı bir kadın, Tania Palmer, uçakla bir yere giderken o ayki uçuş dergisinde Kamboçya'da yaşanan felaketleri ve kimsesiz çocukların hal-i pür melalini okumuş ve o anda karar vermiş. Uçaktan iner inmez yeni bir bilet alıp Kamboçya'ya uçmuş. Çocuklara çeşitli yollarla yardım etmeye başlamış. İlk sığınma evini açtığında yoldan geçen birisi; buranın adı ne? diye sormuş. Bunun üzerine daha iyi örgütlenmek gerektiğini anlamış. Böylece "Yeşil kertenkele projesi" ortaya çıkmış.

Asya sembolizminde yeşil renk; sonsuzluk, aile, uyum, sağlık, barış anlamına geliyor. Ayrıca yaşam, büyüme, yenilenme, çevre ve tazelik vurgusu yapıyor. Bir söyleşide; Her tarafta yüzlerce yeşil kertenkele olması beni çok şaşırtmıştı, diyor, Tania hanım. "Yeşil kertenkeleler ses çıkaran tek sürüngen çeşididir. Akşamları avlanırlar, yakalandıklarında kuyruklarını bırakıp kaçarlar. Doğar doğmaz kendi başlarına kalırlar ve hiç bir süreçte ana-baba korumasında değildirler. Kamboçyalı sokak çocuklarını yeşil kertenkelelere benzetirim. Her zaman her yerdeler ve paralı turistlerin peşindeler..."
Seeing hands massage 
Gören eller masajı - tüm vücut 5 dolar!

Körlere yardım edin - onlara iş verin - kendi kendilerine yetsinler!
(yazan kişi bu işi çok sevmiş ki, adresin krokisini çizmiş, iki yanına da kalp işareti yapmış!)
Asya'daki en iyi masaj! Çok kibar ve düşünceli (beni bir endişe sardığından yakınınca bacaklarımı örttü :)) ve masanın altından burnumu kaşıdı!! Çok nazik - diğerleri gibi ağrılı yapmıyor! Daha sert olmayı teklif etti... yani siz nasıl ve her ne isterseniz onu yapacak! Gidin ve onları görün! Kalp gülücük ve yine kalp...
Yazarın notu (ben oluyorum): Başka bir kaynakta bu tip yerlerde çalışanların çoğunun gerçekte kör olmadıklarını okudum. Piyasa meselesi! İşin tuttuğunu görünce (!), faydalanmamak için kör olmak lazım!

CDO (Childrens Developement Org., Çocukların Gelişimi Örgütü)

CDO'yu ziyaret ettik. Çocuklarla takılmak korkunç eğlenceliydi. Onlara badminton ve ayak topları aldık. Bir sürü oyuncakları var, onun için ayrıca para harcamanıza gerek yok. Sadece birlikte olmanız ve onlarla oynamanız, ilişki kurmanız yeter. Burası bir yetimhane değil. Çocuklar okulu, suyu, elektriği, sağlık ocağı olmayan çok fakir bir köyden getirilmiş... Köyleri toparlamaya çalışan proje çalışmaları var. Köylerinin durumu düzelinceye kadar burada bakılacaklar ve eğitim görecekler. Bunun için anne ve babalarından izin alınmış. Sonra geri dönecekler...

Mr. Thoer
Çoğu yetim olan Kamboçyalı gençlere ingilizce öğretmek isterseniz, ve sadece bir saat ayırabiliyorsanız, tam size göre...
Tuk-tuk sürücüsü Mr.Thoer ile irtibat kurun. Sizi öğleden sonra 5.30'da alacak, kendi evinde kurduğu küçük okula götürecek... Fantastic experience!

Terzi
Salin'in dükkanını görün. "Artisans d'Angkor" karşısında! Her şeyi kopyalayabiliyor ve ingilizce konuşabiliyor. 
Yazan kişi "copy" kelimesinin altını çizmiş. Her halde, hangi modeli gösterirseniz taklit ediyorlar anlamına!

ACODO için zaman ayırın
(Assisting Cambodian Orphans and the Disabled Organization)

İnternette ACODO'yu arayıp bulduk. Kent merkezinden sadece 1 km uzakta, tuktuk ile 1 dolar... ACODO yetim ve engelli çocuklarla ilgilenen bir sivil toplum kuruluşu. İhtiyaçlarını internet kanalıyla güncel olarak duyuruyorlar, fakat aşağıdakilere sürekli ihtiyaç var; 
- Yemek malzemeleri (pirinç, yağ, sebze, meyve, baharatlar vb)
- sağlık ve temizleme ürünleri (sabun, şampuan vb)
Yiyecek malzemeleri almak isterseniz yakındaki bir marketten uygun fiyatlarla temin edebilirsiniz. 50 kg pirinç 24 dolar...
İnanılmaz derecede tatlı, minnet dolu ve mutlu 76 çocuk, personel ileri derecede misafirperver... Eğer yağmurlu bir günü iyi bir şekilde doldurmak isterseniz sadece 1 saatlik bir ziyaret bile yeter. Laura & Chrissie 28.10.2012

"Phnom Kulen" Turu 


Kamboçya'daki en kutsal yeri görün!
Yüzme, bisiklet, piknik, tarih dolu muhteşem bir gün... Gitmeye değer... 32 dolar. Fazla gibi gözüküyor ama her sentine değer...




Not: "Phnom" tepe demek. "Kulen" de bu bölgede yetişen Lychee bitkisi. Türkçesini bulamadım ama bir resmini buldum. Siem Reap'ın 48 km kuzeyindeki Lychee tepesi kutsal kabul ediliyor. Hindular ve Budistler buraya hac için geliyorlarmış...





Battambang

Orijinal Kamboçya. Az turist, bol yağmur, çok çocuk...

Otobüsle 4 saat, 4 dolar...
Bambudan yapılmış trene binin. Yakında kaldırılacak. Su motoruyla çalışıyor. Karşıdan başka tren gelince yolcular inip treni kenara çekiyor. Diğeri geçince kaldırıp tekrar raylara koyuyorlar.
balık ezmesi yiyin (yiyin de görün, berbat kokuyor!)
Bambu kamışı içinde pirinç yiyin, zencefil gazozu için. Burası Kamboçya'nın pirinç kavanozu...
Banon tapınağı onbirinci yüzyılda yapılmış. Angkor Wat'a esin kaynağı olan tapınak. Onun biraz daha küçüğü... Beş kulesi var. Sık bitki örtüsü arasında tapınağın tamamını görmek zor...
İçinde milyonlarca yarasanın yaşadığı mağaraya gidin...


Parlak dişler
Dr. Sok Hoeun 10 dolara dişlerinizi temizliyor. telefon; 012 258125

Yalan

Bu ürünlerin üretiminde çocuk çalıştırılmamış! İnanmak isterseniz o size kalmış...

İyi bir saç kesimine mi ihtiyacınız var?
 Avustralyalı çok güzel bir kadın, 15 dolar ve üstü (üst katta!)...

Lokal flora ve fauna görmek ister misiniz?
Arıcı Dani bir entomolojist (böceklerle ilgilenen zoolog) ve size eko-tur yaptırıyor. Detaylar için web sayfasına göz atın: www.beesunlimited.com

Ne kadar kötü hissetseniz de çocuklara para vermeyin
Bu çocuklar maalesef bazı erişkinler tarafından sömürülüyor. Verdiğiniz paranın bir sentini bile görmüyorlar. Kamboçya işsizliğin en fazla olduğu ülkelerden birisi. Fakat iş bulsalar bile çocukları bu şekilde sömürmeyi tercih ediyorlar. Daha kârlı...
 Çocuklara bir şeyler almayın. Aldığınız şeyi tekrar dükkanlara satıyorlar. Para kazandıkça da sokak çocuğu olarak kalıyorlar. Angkor çevresinde her türlü istismara açık 1500 çocuk sokaklarda çalıştırılıyor.
Yetim çocuk ticaretine karşı dikkatli olun. Bu çocuklardan birisini hangi sebeple olursa olsun odanıza götürmek iyi bir düşünce değil...




Sigarayı bırakmaya çalışmayın!
Burada çok ucuz!

Hırsız var!
Bir yere giderken ve gece tüm kapılarınızı sıkıca kapatın. Biz gece uyurken hırsızlar gece içeri girip kameramı çaldı!

(yazarın notu: benim değil, bu notu yazan gezginin kamerası...)

Gitmeyin:

Mayın Müzesi
Cambodian Cultural Village - turist tuzağı.
Timsah Çiftliği 
Chong Khneas Köyü
    Tuktuk sürücüleri size mutlaka yüzen evleri, gölde yaşayan Vietnam'lıları görmeniz gerektiğini söyleyecekler. Konik şapkalı herkes Vietnamlı değil. Köy fazlaca turistik ve para tuzağı. Pazarlık yok, tavırlar rahatsız edici.... Çok polis var, fakat onlar da soyguna ortak...

Gidin:

Kampong Phluk

Ağustos - Aralık arasında gerçekten görülmesi gereken bir yer. 16 km karayolu, gerisi su yolu. Orman içlerinde kano yapmak için de vakit ayırın!
Madem ki gidin diyor, gittik. Tuktukla gitmenin faydası, etrafın rahatlıkla seyredilmesi ve fotoğraf çekilebilmesi. Kötü tarafı her tarafından esmesi. Yağmur yağarsa dört tarafı naylonla kapatılıyor. Şansımıza hava güzeldi ve zevkli bir yolculuk oldu. Göle yaklaştıkça evleri yükselten kalasların boyu uzadı. Etrafta tek tük inek, her yaştan çocuk var. İneklerin de çocuklarında kaburgaları sayılıyor. Çocukları anladık da inekler neden zayıf, anlamadık. Her taraf yemyeşil, her yer ot dolu. Yesene kardeşim!


Bir buçuk saat kadar sonra göl kıyısına geldik. Daha doğrusu göle doğru uzanan bir su yolunun, dere ağzı veya haliç gibi bir yerin kenarına... Burada bekleyen teknelerden birisine bindik. Tekne pejmürde, sürücü çocuk daha da pejmürde. Sürücü diyorum, çünkü ön taraftaki teşkilat; debriyaj, gaz, vites kolu, hepsi eski bir otomobilden alınmış gibi. Bir ara motorun devri düştü, durur gibi oldu (sonra da durdu!). Çocuk gaz pedalının üstüne bir ağırlık koyup uskuru kontrole gidince, gözümün önüne benim emektar vosvos geldi. 


Kıç üstünde büyük bir bidon, bidonda mazot var. Bakınca ne kadar mazot kalmış, görüyorsun. Gösterge filan olmadığı için bu önemli. Tahtadan yapılmış, hepsi mavi, beyaz, kırmızı, bayrak renkleriyle boyalı, 8-9 metre uzunluğunda, üstü yarı kapalı, kenarları perdeli tekneler. Uskur, dibe sürtmesin diye, yukarı-aşağı hareketli uzunca bir şaftın ucunda dönüyor. Böylece sığ sularda bile işe yarıyor... Motor durursa o başka. O zaman da uzun bir bambu çubuk ortaya çıkıyor, ağır tekne ite kaka, kol gücüyle gidiyor. Başımıza geldiği için biliyorum..


Bir saatlik bir yolculuktan sonra göle ulaştık. Göldeki su seviyesi devamlı değiştiği için evler kalaslar üstüne, sudan 5-6 metre yükseğe yapılmış. İlk gördüğümüz binaların üstünde jandarma, okul gibi yazılar vardı. Tapınağı şeklinden anladık. Bir köye gittiğimize göre bunların bulunması gayet doğaldı, ama su üstünde, değnekler üzerinde görmek şaşırtıcıydı. Sonra evler sıklaştı. Her metrede ayrı bir şaşkınlık yaşadık. Subasan (mangrove) ormanı içinde, yaklaşık 3000 kişinin yaşadığı bir Khmer köyündeydik ve insanların tüm yaşamı su içinde ve üstünde geçiyordu. Sadece insanların değil, hayvanların da... Buralarda yaşayan makak cinsi maymunlar yengeçle besleniyormuş.


Kampong Phluk isminin uzun diş, fildişi limanı gibi bir anlamı var. Mutlaka bir hikayesi de vardır. Konuyu uzatmadan kendi hikayemize dönelim. Teknemiz hız kesip üzerinde masaların bulunduğu bir sete yaklaştı. Kesinlikle 4 yaşından daha büyük olmayan bir çocuk bizim kaptanın uzattığı ipi aldı, bir yere bağladı. Ben ve Ayşe set üstünde kalıp etrafta toplanan kayıkları ve kayıktakileri seyretmeye karar verdik. Jale ve Zeynep bir kanoya bindiler ve köyün içinde dolaşmaya çıktılar. Kanoyu kullanan kişi başüstünde bağdaş kurmuş, uzun bir bambu çubukla kanoya yön veriyordu. Vietnam ve Bangkok'da gördüklerimizin tam tersi bir stil! Arabalardaki önden çekiş - arkadan itiş kadar farklı!


Bunları düşünürken Ayşe ile birlikte çorbalarımızı içiyorduk. Burası köy kooperatifi tarafından işletiliyormuş. Bir kenarda yatıp kalktıkları bir oda, orta yerde bir aşevi (lokanta diyemiyorum), bir kenarda da kanoya binenlere bilet kesilen masa vardı. Benim burada kalmamın sebebi daracık kanoda bağdaş kurup oturma zorluğu, Ayşe'nin ki de beni yalnız bırakmama isteğiydi. Malumunuz babalar yaşlandıkça bir koruyucu kanada ihtiyaçları oluyor.


Orada setin üzerinde otururken, kayıklarında oturup, çevreyi dolaştırmak üzere müşteri bekleyen insanları seyrettik. sadece birisi erkek, diğerleri kadındı. Evlerinin otuma odasında oturuyor gibi oturmuş, kah sohbet ediyor, kah örgü örüyor, kah balık ağlarını tamir ediyorlardı. Küçücük çocuklar kayıktan kayığa geçerek ortada dolaşıyordu. Dur, atlama, düşeceksin, ıslanacaksın filan diyen yoktu. Biraz ilerimizde güzel bir kadın dikkatimi çekti. Kucağında 2 yaşlarında bir çocuk vardı. Çocuğu ensesinden tutup, yanındaki kayıkta oturan kadına uzattı. Herhalde sıra kendisine geldiği için diye düşündüm. Bahçede biraz top oyna deme şansı da yoktu! Çocuk elden ele, kayıktan kayığa dolaştı. Bütün kadınlar seferber oldu. Tam bir komün yaşamı gibi, göl ortak mekanları, çocuklar hepsinin çocuğuydu.


Dönüşümüz okulun dağılma zamanına denk geldi. Çocuklar beyaz gömlekler ve sırtlarında çantalarıyla ikili, üçlü, kayıklarına atlamış evlerine dönüyorlardı...





Sırt çantalı gezginlerden Angkor hakkında tavsiyeler

1. Eğer hava bulutluysa gün doğumunu göreceğim diye canınızı sıkmayın.
2. Kahrolası kameranızı bir gece önceden şarj edin!
3. Sıkı tapınak geziciler için:
  • Üç günlük giriş kartı alın. 40 dolar. Aynı hafta içinde üç ayrı gün kullanılabiliyor.
  • İlk gün genel bir tur için tuktuk kullanın. Günlük kirası 15 dolar. Sonrası için bisiklet ayarlayın. Kalabalıktan kaçın. Ta Prohm sabah 6'da daha sessiz ve hoş.
4. Yağmur yağarsa
  • Ulusal Angkor müzesine gidin. Tuktukla 1-2 dolar
  • Tarihle doyun
  • Heyecan verici gün doğumunu seyredin (sinemada!)
  • Daha kaliteli hediyelikler görün
  • Müzeleri seviyorsanız çok iyi. Sessiz, serin ve sakin...


Kağıtların sonu, yazarın notu


Bu yolculuğum sırasında hostelde ve çeşitli yerlerde, Kamboçya'ya ve diğer felaket bölgelerine yapılan yardımlar konusunda çeşitli yazılar okudum. Kamboçya, tıpkı Endonezya gibi, yaşanan kitlesel felaketlerden dersler çıkartılması gereken bir ülke. Bu nedenle, Angkor konusuna girmeden önce bir özet yapmak istiyorum. Kendi yaşadıklarımızdan ders almadık, bari onlarınkinden alalım. Kıssadan hisse;
  • Bir yerlerde felaket olduğunda, özellikle ilk zamanlarda para göndermek çok iyi bir fikir değil. Hızla yapılan yardım ve bağışlarda kayıp oranları daha yüksek. Kayıp veya cebellezi!

  • Ortalıkta parayla alabileceğiniz bir şey kalmayınca, paranızın olması anlamsız hale geliyor... Arakçılar da; bunlar parayı ne yapacaklar? diye düşünüyor her halde!
  • Gönderilen paraların çoğu aracılara, bürokrasiye ve felaketle ilgisi olmayan projelere gidiyor. Depremzedeler için yaptığımız yardımların dış borç ödemelerine gitmesi gibi...
  • Dışarıdan yardım için gelenlerin kendileri için yaptığı masraflar, yaptıkları yardımdan daha fazla.
  • Yardım olarak gönderilen yiyecek çuvalları içinden kum ve taş dahil her şey çıkabiliyor. Yardımı yapan tarafta da sorun var! Bu adamlar cehennemlik demekten başka çözümler lazım.
  • Yardım olayının kendisi ve pazarlaması da kar getiren bir iş haline gelebiliyor. Haksız kazanç ve rüşvet akıl almaz boyutlara ulaşıyor...
  • Aracı kurumlar ve bürokrasi denetlenemiyor veya denetim yetersiz
  • Bazı iş adamları ve politikacılar dahil, her çeşit fırsatçı için felaket bölgeleri sonsuz fırsatlar vadediyor. Yardımları bu sarmalın dışında tutabilmek lazım. Nasıl, bilmiyorum...
  • Yardım konusunda felaket bölgesinde hizmet veren kuruluşlar, direkt ve aracısız yardım alırlarsa daha başarılı oluyorlar...
  • Dünyada milyonlarca insanın normal yaşamları da yeterince kötü. Çoğu bölgede insanlar için "normal" kavramı bizim anlayabileceğimizden farklı, sürekli felaket durumu gibi bir şey! Gerçek "survivor" bu insanlar!
  • Kötü koşullarda yaşama deneyimi felaketlerin üstesinden gelmeyi de kolaylaştırabiliyor. Yeter ki can kaybı olmasın... 
  • Felaket bölgesindeki insanların yaşam koşullarını, sadece felaket anında değil, sürekli olarak düzeltmek için çalışmalı... Bu bir utopia, ama ne yapayım, hayal de mi etmeyeyim? 

Gördüğümüz Angkor


Angkor, Khmer dilinde kent veya başkent demek. Kutsal kent anlamına da geliyor. MS 9 yüzyıldan itibaren 500 yıl Khmer Krallığının başkenti olmuş. Bin kilometrekarelik alanıyla, endüstriyel devir öncesinde dünyanın en büyük şehriymiş. Paris nüfusunun otuz bin kadar olduğu bir dönemde, burada bir milyondan fazla insan yaşıyormuş. Şu anda Angkor, bütün bölgeye verilen isim. Tapınakların çoğu ve en güzelleri onikinci yüzyılda yapılmış. Ta Prohm onikinci yüzyıl ortası - onüçüncü yüzyıl başı diye tarihleniyor. Bunların tümü muhteşem taş işçiliği olan eserler. İnançlar sanatı besliyor, sanat ve yaratıcılığın ufku sınır tanımıyor. Khmer taş ustaları binlerce kilometre uzakta apsaralara hayat verirken, hemen aynı dönemde, Anadolu'da ulu camiler yükseliyor, Sivas Gök Medrese'nin duvarlarında hayat ağacı kök salıyor...


Gene Angkor'a dönelim. Angkor Wat, bölgede bulunan tapınaklardan sadece birisi. Dünyada ibadet için yapılmış en büyük anıt! Wat, tapınak arazisi demek. Angkor Wat bu durumda "tapınak kenti" demek oluyor. Hindu inancına göre tanrıların yaşadığı Meru Dağını simgeleyen kubbeleri ülkenin sembolü olmuş. Bayraklarında ve kağıt paralarında bu kubbelerin resmi var. Kompleksin etrafındaki su dolu hendekler ise dünyayı saran okyanusları temsil ediyor. Büyük Kent, "Angkor Thom" ise son başkent. Tam ortasında Bayon tapınağı var.


Angkor, Siem Reap merkezinden 5-6 km uzakta bulunuyor. Ana girişte ücret ödeniyor. Yirmi dolara bir günlük bilet alırsanız, aynı gün içinde tekrar tekrar girip çıkabilirsiniz. Bölgede yüzlerce tapınak var. Bir gün veya üç gün, tapınakların hepsini gezmek kolay iş değil. Örnekleme yapmak daha iyi. Bizim bir günümüz var ve bu nedenle dört tanesini seçtik; Angor Wat, Bayon, Fil Terası ve Ta Phrom. Zaten daha fazlasına gücümüz yetmedi. Seçim nedenlerimize gelince; Angkor Wat'a sabah gün doğarken gittik, en ünlüsü olduğu için... Angkor Thom, thom neydi, wat neydi derken, bizim tuktuk getirdi, herkesi getirdiği için... Bayon'da kararlıydık, Heyzen isimli bir gezgin vadinin en güzel yeridir, dediği için... Filler terası kralların ordularını seyrettiği yerdi, oraya da gittik, yolumuzun üstünde olduğu için... En son Ta Prohm'a gittik, Lara Croft'u görmek için...
Ve yorulduk. Fiziki yoğunluğa bir de zihinsel yorgunluk eklendi. Buraya en aşağı iki gün gelmek lazımmış. Bizimkisi Woody Allen'ın Savaş ve Barış romanını hızlı okuma tekniği ile okumasına benzedi. Rivayet o ki, roman hakkında görüşlerini soranlara; hikaye Rusya'da geçiyor! demiş.
Yola çıkmadan önce; hepsi birbirinin aynı, bir günde gezeriz, diyordum. Gezilebilir, hatta dönüşte de Angkor'u gördüm, denilebilir. Ama bilin ki bu ancak kısa bir özet olur. Örneğin Wat'ın doğu galerisindeki kabartmalar hızlı okuma tekniğiyle "vay be amma oymuşlar" düzeyinde kalır. Fakat, Ramayana'yı biliyorsanız, duvarlarda bir destan okursunuz. Vishnu hakkında fikriniz varsa, Meru dağına sarılı Vasuki'yi, şeytan (asura) ve yarı tanrıların (deva) ölümsüzlük nektarı için verdikleri uğraşı görürsünüz. Kundalini'nin uyanışını hissedersiniz. Gündönümü ve gün-tün eşitliği arasındaki süreleri bilirseniz, kabartmalardaki asura ve deva sayılarının neden 92 ve 88 olduğunu anlarsınız... 

Ben maalesef "amma oymuşlar" düzeyinde kaldım. En fazla bir parmak üstü olabilir. Doğu galerisi bakım için kapalıydı. Diğer kabartmaların hangisi neydi pek anlamadım. Önce anlamadım, sonra da anlam aramayı bırakıp, sadece hayran hayran seyrettim.



Ta Prohm

Bölgedeki tapınaklar önceleri hemen tamamen bitkisel bir örtü altındaymış. Taşların arasından büyüyen devasa incir, "spung" ve kapok ağaçları her tarafı kaplamış. Özellikle "Spung" ağaçları. Bu kelimenin latincesini buldum ama Türkçesini bulamadım. Herhalde buralarda yetişmediği için. 1907-70 arasında Fransız arkeologlar büyük ölçüde bir temizlik ve restorasyon yaparak tapınakları gezilebilir hale getirmişler. Yüzlerce tapınak arasında sadece birisini, ağaçlarla muhteşem bir bütünlük içinde kaynaşan "Ta Prohm" tapınağını, örnek olsun diye, olduğu gibi bırakmışlar.

Tapınak 2003 yılında, yani "Tomb Raider" filmi çekildikten sonra biraz daha temizlenmiş ve turistlerin yürümeleri için tahta yollar eklenmiş. Ağaçlarla taşların iç içe geçtiği bu tapınağı gezmeye doyamadım desem yeridir. Ağaçlar tapınağa el koymuş ve bağımsızlıklarını ilan etmiş gibiler. Burada da kabartmalar, duvar resimleri var, fakat insan gözlerini ağaç köklerinden alamıyor. Pencerelerin, kapıların etrafından dolanıp toprağa mı dalmışlar, yoksa gökyüzüne ulaşmak için topraktan mı çıkmışlar, belli değil! Koca gövdeleriyle taşları, duvarları ve sütunları sarmalamış, insanlardan korumak istercesine kucaklamışlar...

Duvarlardaki figürler genellikle birbirine benziyordu. Biri hariç. Bir köşede, alt alta bir sıra enteresan kabartma gördük. Eli bıçaklı bir aslan, üstünde bir dinozor, üstünde bir dinozor daha... Ya da biz dinozora benzettik. Yandaki resmi tıklayıp büyüterek bakabilirsiniz. Bunlar dino ise, burada ne aradıklarını, bu adamların dinoları ne zaman gördüğünü, görmemişlerse nereden bildiklerini, hangi tanrının kaçıncı göbekten yeni cismi olduğunu, dinoların hangi efsanenin hangi parçası olduğunu da hiç anlamadım.



Angkor'da gördüğünü anlamak için ya iyi bir rehberle gezmek, ya da okumak lazım. Rehberle gezecek kadar vaktimiz yoktu. Okuma havasında da değildim. Ne okudumsa dönüşte okudum. Fakat bu, kitap satın alma havasında olmadığım anlamına gelmez. Çarşıda kitapçı bulamamıştım. Onun yerine, kucaklarında kitapla dolaşan satıcılar vardı. Önce DVD film sattıklarını zannetmiştim. Sonra kitap olduğunu anladım ama pek güvenemedim. Bunlardan birkaçıyla Ta Prohm'a giden uzun toprak yolda karşılaştık. Tapınağın doğu ve batı kapısına giden yollarda seyyar satıcılar ve yerel müzik çalan gruplar vardı. Bu müzisyenler mayın kurbanları ve diğer mağdur insanlara yardım için çalıyorlar...

Gözüme kitapçı çocuklardan birisini kestirdim. Kitap kuşe kağıtta, gayet kaliteli bir baskı gibi gözüküyordu. Arka sayfada 27:95 USD fiyat basılıydı, etiketinde değil, orijinal baskısında. Türkiye'de bu nitelikte bir kitabı 30 liradan aşağı alamazdım. Fakat kafam karıştı. Biraz ileride diğer bir çocuğa sordum. 10 dolar dedi. Sayfaları kontrol ettim, eksik gözükmüyordu. Kısa bir tereddüt geçirip, önüme çıkan üçüncü satıcıya direkt 5 dolar dedim. 5 dolara verirsen alırım. Eksik sayfası olsa ne yazar? Korsan olduğunu da kimseye söylemem! Belki de korsan değildir. Sonuçta beş dolara güzel bir "Antik Angkor" kitabım oldu. Tek eksiği içinde Angelina Jolie sayfası olmamasıydı.

Evrensel Hinduizm Cemiyeti Başkanı, Ta Prohm'un yeni isminin artık "Angelina Jolie Tapınağı" olduğunu söylemiş. Yakışır. Kral Jayavarman "Brahma'nın gözü" adını verdiği tapınağı annesine adamış. Belki de Ancelina, Brahma'nın yeniden canlanmış halidir ve bu ana şefkatiyle sonunda tekrar Brahma'ya ulaşacaktır. Kimbilir? Solucan ve kaplumbağalar bile başardığına göre Ancelina haydi haydi başarır.


Muson ve en son

Tüm Çinhindi yarımadasında mayıs ayından itibaren sıcak ve yağış artmaya başlıyor. Özellikle hazirandan itibaren "monsoon" dönemi başlıyor ve gayet şiddetli yağışlar oluyor. Kasım yağmurunu görünce, "şiddetli" dediklerinin nasıl bir şey olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu bölgeye gelmek için en uygun zaman ekim ile mart ayları arasıymış. Bunun gezi rehberlerinin fikri olduğunu söylemeliyim. Biz bunu biraz ucundan ancak tutturabildik. Orada geçirdiğimiz iki gün öğleden sonra 2-3 saat yağmur yağmasına rağmen bunun dışındaki zamanlarda hava açıktı. Muson yağmurlarının iyi tarafı belli zamanlarda yağması ve gezinizi ona göre ayarlayabilmeniz. Yağmur sırasında şemsiye filan taşımanıza gerek yok, zira hiç bir faydası olmuyor. En iyisi kapüşonlu ve uzun (iyice uzun olması önemli) yağmurluklardan edinmek veya bir tapınağın kuytusunda saklanmak. Turistler genellikle yağmursuz, nispeten serin ve kuru olan aralık-şubat arasını tercih ediyormuş. Böyle yapanlar yörenin en karakteristik özelliğini görmeden dönüyorlar demektir. Bence oralara kadar gidiyorsanız, muson yağmurlarını da yaşamak lazım. O nedenle biraz yağışlı zamanda gitmek daha iyi olur. Bunun birinci sebebi daha az turist olması. Bana ne öbür turistlerden diyenler için daha makul sebeplerim fotografik açıdan; tapınakların çevresindeki hendekler ve göletler yağmur mevsiminde dolu, yeşil son derece gür ve her tonda yeşil, ıslak tapınak taşları daha parlak ve belirgin oluyor. Bulutlar ve bulutların suya düşen gölgeleri ise anlatılacak gibi değil. Onun için anlatmıyorum. 

Bana kalırsa, hava yağmurlu bile olsa, sabah dört otuzda kalkın, yağmurluğunuzu alın, tuktuka binin. Kameranızın ıslanmaması çareleri de siz düşünün. Tuktukun ön naylonlarını mutlaka kapattırın. Yağmur olmasa bile, sabahın soğuk rüzgarından korur. Şalınıza iyice sarının ve Angkor'a gidin. İlk hedefiniz Angkor Wat olsun. Kalabalıklar size doğru yolda olduğunuzu gösterecektir. Bir su birikintisinin önünde durup, tapınakların göğe yükselen yarı karanlık kubbelerini, gün doğumundaki renk cümbüşünü, renklerin ve gölgelerin an-be-an değişimini, bulutları ve bulutların sudaki akisleri arasında gün ışığıyla ilk açan nilüferi izleyin.

Sonra kafanıza göre takılın. Örneğin, Angkor Thom'a gidin. Fazla vakit almaz. Güney kapısından girmeden köprü üzerinde durup, iki yanda dizilmiş, insanların dünyasından tanrıların dünyasına geçişi temsil eden Naga heykellerini, veya başka bir girişte nöbet tutan yılan başlı tanrı heykellerini seyredin. Onların dünyasına girin. Birbirinin fotoğrafını çeken keşişleri görürseniz hemen yaklaşıp sohbet edin. Size de rahatlıkla poz vereceklerdir. Kendinizi ister tuktuk şoförüne, ister Lonely Planet'e, isterseniz tesadüflere bırakın. Ama bence Angkor'un Wat olanını ve Bayon'u kesinlikle görün. Fil terasından geniş düzlükleri seyredin. Bir tapınağın kuytusunda veya "spung" ağacının gölgesinde dinlenin ve Lara Croft'un izini mutlaka sürün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder